4 Kasım 2012 Pazar

ÖZET 3 Eski Mısır ve Sirius bağlantısı

Aslan Kudreti
Murry Hope
Sirius'la kedigiller türü arasındaki bağlantı ilk bakışta garip gözükmekle beraber, eski Mısır tarih ve geleneklerine tamamen yüzeysel bir düzeyde dahi bakacak olsak, Kedi ve Aslangillere verilen önemin çarpıcı biçimde açık olduğunu görürüz. Siriusyen konsantrasyon uygulamasıyla doğrudan ilgilenmeye başlamadan önce bunun nedenini keşfetmem mümkün olmadı; aradığım diğer kanıtlar ise, bize antik devirden süzülüp gelmiş Ölüler Kitabı, Piramit Metinleri ve diğer kadim mesajlarda bulunmaktaydı.
Aslında, aslan teması, Mısır karakteriyle sınırlı değildir; Hindu tanrısı Vişnu'nun dôrdüncü enkarnasyonu Aslan Adam ya da sarımsı kahve renkte olandır; aslanlar diğer uzun zamandan beri kayıp kültürlerin din ve inançlarında M.Ö. 35.000'lerden beri takip edilebilirler (Bkz. "Köken ve Anormallikler" adlı bölüm) Tüm bu aslan referanslarında Siriusyen imalar bulunur; çünki eskileri aslan arşetipine bu kadar büyük önem vermeye sevk eden şey, sadece aslanın güç ve cesareti değildi; bu özellikle arşetipin ezoterik seviyelerinde önem kazanır.
Biz dünyalılar bakımından bu arşetipin önemi, bir başka zaman boyutunda; Sirius bileşkesinde bir aslansı ırkın yaşadığı ya da yaşamakta olduğu fikrini kabul edip etmememize bağlı değildir. İçinde yaşadığımız güneş sisteminin gelişim ve büyümesinden sorumlu Siriusyen atalarından miras kalan genler vasıtasıyla titreşen çok daha derin bazı anlamlar bulunmaktadır. Profesör Hoyle'un panspermia teorisine göre yeryüzünde muhtemelen başkaca yıldız etkileri söz konusudur; bunlar şahsi, grupsal ya da ırksal genetik kodlar vasıtasıyla tezahür ederler; ancak Sirius geni taşıyanlarımız bakımından kedi-aslan-kristal genetik çağrısı, en kuvvetlisi olacaktır.'
Eski Mısır bize aslan arşetipi ve gezegenimizi etkilediği hususi yollar konusunda birkaç potansiyel ipucu vermektedir. Bu ipuçları, hiçbir yerde tanrıça Sekhmet'in şahsiyet ve işlevlerinde olduğu kadar açık seçik değildir. Sekhmet arşetipinin yavaşça kolektif şuur dışına nüfuz edişi, bugüne dek bu çeşit semboloji ve çalışmalarla ilgilenmemiş kişilerin Sekhmet gizemlerinin farkına varışlarıyla kanıtlanabilir. Ünlü Amerikan psikoloğu Dr. Robert Masters, en çok seksoloji konusundaki öncü çalışmalarıyla tanınıyordu. Kendisi, 1988 yılında yayınlanan Tanrıça Sekhmet adlı kitabıyla Sekhmet ethosuna önemli bir katkıda bulundu. Kitabının giriş bölümünde, Masters şöyle diyor:
Son on beş yıl içinde, çok sayıda kişinin, farklı seviyelerde Tanrıça Sekhmet olarak dile getirdikleri tecrübeler yaşamasına katkım oldu. Bu tanrıça, bilgiler aktardıı şifa verdi, koruma faaliyetlerinde bulundu; ödüller ve cezalar verdi. Bu konuyla ilgili fenomenleri ve bu çalışmaların sonuçlarını, Mısır tarihi uzmanı, arkeolog, antropolog, parapsikolog, açık fikirli psikiyatrist ve psikologlar, filozoflar, maji, mitos ve din otoriteleri ve çeşitli geçmişlere sahip kişilerle tartıştım ve genellikle son derece ciddiye alındım. Sekhmet' in çağdaş tezahürleri sayesinde hayatlar değişti ve bazen de derin değişimler yaşandı. Bir isim listesi vermeden tüm bu kişilere teşekkür ederim; özellikle de benimle, Tanrıça Sekhmet Alemlerinin en teşekküllü ve yoğun tecrübelerini fiilen ve derhal paylaşmış olanlara müteşekkirim.
Bunlara örnek teşkil eden bir yardımlaşmayı, 1974' de yayınlanan, ve editörlüğünü, hem dış hem de iç uzay kaşifi, Ay' a giden altıncı adam ve eski astronot olan Edgar Mitchell' in yaptığı Psişik Keşifler adlı kitabımda özetlediğimi eklemek istiyorum. Sekhmet'le ilgili bu hususi müşterek tecrübe, yıllar içinde yaşadığımız diğer tecrübeler gibi, bir başka dostum antropolog Margaret Mead için de büyük önem taşıyordu; o da Sekhmet'le kendi kuvvetli irtibatını geliştirdi?
Masters/ın Sekhmet'Ie (ya da Sirius'la) kurduğu bağlantılar kitabın açılış paragrafında da karşımıza çıkarlar:
... Ben de, tıpkı Il.Ramses gibi, "Sekhmei'ten doğma" olduğum inancındayım. Bu ifade, bir eski Mısırlı için, bugün şu ya da bu ilaheden "doğmuş olma" sözünden genelde anladığımız şeyden çok farklı bir şeydi. Burada dan doğma" dediğimizde, spiritüel boyutlarda kelimesi kelimesine doğru ve gerçek olan bir olayı kastetmektedir. Bu durumumu anlatabilmek için bir spiritüel özgeçmiş yazmam gerekecek bir gün (en ,azından kendim için) böyle bir özgeçmiş yazabilirim ancak o zaman neden böyle bir inanç beslediğim açık hale gelebilir?
Hayır, Dr.Masters, siz ve dostlarınız yalnız sayılmazsınız. Aramızda, Sirius geni taşıyan ve "Seİdunet'ten doğma" olan başkaları da var. British Museum'da Sekhmet'in dörtlü heykel grubunu ilk kez gördüğümde, bulundukları salonda bir yeniden düzenleme vardı ve heykeller bir çeşit inşaat asansörüyle taşınıyorlardı. Geniş asansörün yükselişini bugün bile hatırlıyorum; işte oradaydılar; bütün şanlarıyla karşımda duruyorlardı. İçimde kadim bir hatıra titreşti ve derinden etkilendim.
Ancak Mısır'la ilgili her şey gibi, Sekhmet enerjileri de farklı seviyelerde düşünülüp kullanılabilir. Yıkım ve Rejenerasyonun Savaşçı Tanrıçası olarak, doğum ve yeniden doğumun sürekli kozmik devrinin esas bir öğesi olarak görülür; bu, enerjilerin, farklı bir frekans ta yeniden oluşumu için kaosta erimesidir; ancak İnceltici ateşleri sübjektif spiritüel gelişme için de kullanılabilir. Dönüştürücü güçlerin de bazı ilgi çekici imalar vardır; bunlar nükleer enerjiye uygulandıklarında özellikle önem kazanırlar. Bizler için çok önemli olan ışık ve ısıyı sağlayan Güneş'teki nükleer işlemler, fizyon değil füzyon sebebiyle ortaya çıkarlar; hafif hidrojen atomlarının çekirdekleri, tahayyül dahi edilemeyecek bir basınç ve sıcaklık içinde erir ve helyumu meydana getirirler; helyum atomları da daha sonra karbon ve diğer elementleri meydana getireceklerdir; tüm canlılarin hücreleri bunlardan oluşmuştur.
Bu süreç, evrendeki tüm yıldızlarda da gerçekleşir; onlar da tıpkı bireyler gibi, bir dizi dönü­şümden geçerler. Mitoloji, ateş yüklü Sekhmet'in neden, özellikle bizim Güneşimize ait olduğu konusunda deliller sunmaz; aslında şu anki kısıtlı anlayışımızIa kavrayabileceğimizden çok daha fazla seviyede geçerli kozmik bir prensibi temsil etmektedir. Garip biçimde, Sekhmet ile nükleer enerji arasındaki bu bağlantı, daha şahsi bir seviyede başka anlamlar da taşımaktadır.
Bazı kişilerin radyo aktivicteye çok daha dayanıklı olmalarının ardında, aşağıdakilerle ilgili bir bağlantı var gibidir:
a) özel moleküler yapıları,
b) kişisel sonikleri ya da
c) kişisel frekanslarını ne dereceye kadar hızlandırabileceğimiz; Üstatlar buna muhtemelen, süptil bedenleriyle müzakere derlerdi.

Yıllardır bir okültist ve şaman olarak çalıştıktan sonra, kişilerin, şahsi enerjilerime veya çalışmayı tercih ettiğim dalga boylarına,ya şevkle cevap Verdiklerini ya da bunlardan son derece rahatsız olduklarını gördüm. Bir frekans hızlandırıldığında, bir başka ve belki de çok daha az aşina olduğumuz bir dalga boyuna götürülmesinde de aynı şey söz konusudur; gençliğimde buna "titreşimlerimi yükseltmek" diyordum. Aslında bu "yüksek yerin" neresi olduğunu bilmiyordum; sadece bu terimin çok daha süptil seviyelerle ilgili olduğu fikrindeydim. Hayli acı tecrübelerle, o günden bu yana, kişinin çok daha aşina dalga boylarından bir çok istikamette ayrılabileceğini öğrendim; bunların hepsi spiritüel olarak kabul gören anlamda "yüksek" değillerdir. Ozellikle elemantal alemlerle ilgili olanlar olmak üzere bazı frekanslar diğerlerinden kesinlikle daha, radyoaktiftirler; ben bazı öğrencileri en çok bunların etkilediğini düşünüyorum.
Bir dönem birlikte çalışmak zorunda kaldığım iki kişi, Siriusyen enerjilerine 'tabi tutulduklarında büyük bir huzursuzluk hissediyorlardı. Güvensiz ölümlüler olarak, hepimiz; olaylar bizim isteklerimize göre yürümedikleri zaman,kendi sınırlarımızı anlayıp kabul etmek yerine hep suçlayacak birilerini ararız, Majik konularda bu, suçlayıcı parmağımızı gruptaki bir başka kişiye ve hatta durumla hiç ilgisi olmayan masum birilerine uzatmak şeklinde kendini gösterir; korku sapanlarından majik yergi taşları fırlayı verir ve zavallı günah keçisi, "çöle" terk ediliverir!
Bütün kedi ya da aslan enerjilerinde olduğu gibi, Sekhmet frekansında da ateşle ilgili bir şeyler vardır; bazı kişilerin uyum sağlaması mümkün olmaz ya da parçalayıcı bir etki yaratır. Bu, kişinin doğru ya da yanlış değil, sadece farklı olduğu anlamındadır. Bazı enerji tiplerinin elde tutulmasının son derece güç olduğu fikrindeyim; belkiaşina olunmayan enerjiler demek çok daha doğru olacaktır. Hiç birimiz mükemmel değiliz; kimse her şeyi bilmiyor. Bu sadece pir kendini keşif meselesi ve asl olan, kişinin spiritüel rahatlıkla kayabileceği özel kozmik deliği bulabilmesi.
Bununla birlikte, Mısır'ın tüm aslan ilahları böyle bir ateş karakteri sergilemezler; Gök tanrı Şu' nun ikizi Tefnut, çiy, çisilti ve gökkuşağıyla alakalı nazik bir tanndır; kedi tanrıça Bast ise, özünde bir aslan ilah olarak bilinir ve şifa, müzik, sevinç ve mutlulukla ilgili neşeli bir ilahtır. Bilinen en eski aslan tanrı Aker' dir; güneş tanrının her sabah geçtiği seher kapısını onun koruduğuna inanılırdı. Piramit Metinlerinden, ilahın rolü ve sıfatları konusunda erken imparatorluk döneminde kesin tanımlar olduğu anlaşılıyor.
'İleriki hanedanlarda gece boyunca güneşin bir yeraltı bölgesinde bulunan bir çeşit tünelden geçtiğine inanılırdı; bu tünelin her iki girişinde bir aslan-tanrı duruyordu; bu iki ilaha Akeru (ya da Akervi) denilirdi. Aynı aslan tanrılar daha sonra Teb döneminde ikiz aslan-tanrılar olarak ortaya çıktılar; sırt sırta otururlardı, aralarında da güneş diski bulunurdu. İsimleri sırasıyla Sef ve Tuam, "Dün" ve "Bugün"dü. Ra/ya genellikle "İki ufkun Ra'sı" denilirdi; bazı yazarlar bu bağlamda "Ufuk" teriminin, matematiksel bir boyut sistemini ya da referans çerçevesini belirttiğini söylerler. Bunlar ışık ufku ve yaşam ufkuydular; yaşam ufku, basık bir daire ya da Güneş diskiyle gösterilirdi, Çift Aslan tanrıların arkalarında yer alırdı.
Bu resmin anlamının birçok farklı yorumu olabilir. Bazılarına göre iki aslan yaşamın iki esas kuvvetini gösterirler; bunlar arzu ve korkudur; bazılarıysa bunların Ebedi . Şimdi' nin güneşinin birleştirdiği geçmiş ve bugün olduklarını söylerler; yani bu, zamanın gücüdür. Böylece sırt sırta durmaları şu şekilde yorumlanabilir: a) erkeksi "arzu" kuvveti ve kadınsı "korku" kuvveti, bunlar kişiyi farklı yönlere doğru (kaos?) çekerler; Ra diskinin ağırlığı bunları kontrol eder (akıl ve kendi kendini kontrol) b) ':zaman" bağlamında, disk, gezegenimizi yörünge yolunda tutan ve gece ile gündüzü -saatlerimizin zamanını- iç zamanı yaratan güneş kuvvetidir. Bu aslanlardan biri hafifçe yer değiştirecek olsa, Ra' nın yörüngesi de kendini buna göre dengelerdi ve biz güneşi bugünküne göre farklı bir açıdan görürdük. Bu felsefedeki mizah, arzu ve korkunun bizden en iyisini istedikleri; dünya çapında yayılan enerjilerin Şu ve Tefnut'un yükselmelerine ve Ra diskinin yer değiştirmesine sebep olabileceğidir.
Bu başka biçimde düşünülecek olursa, kutupların kayıp kaymayacağı ve Atlantis'in son günlerindeki gibi kayma ve felaketin bizi bulup bulmayacağı konusunda dünyada yaşayanların kendileri karar verirler.
Bu sembolojinin evrenselliği, Hopi Kızılderililerinin de benzer bir ikiz tanrıları olmasında ifade bulur. İsimleri Pokanghoya ve Palongauhoya' dır, yeryüzünün kuzey ve güney eksenlerinin koruyucularıdır; görevleri gezegenin doğru biçimde dönmesini sağlamaktır. Onlara da Sotuknang, Yaratıcının yeğeni hükmeder;onlara halkı kötü hale gelen "ikinci dünyanın" yıkılması için yerlerini terk etmeleri emredilmiştir. Böylece dünyayı denetleyen kimse kalmaz, delice dönmeye başlar ve iki kez tepetaklak olur. Dağlar büyük bir gürültüyle denize devrilir, deniz ve göller toprağı kaplarlar; dünya da soğuk ve hayatsız uzayda donar ve buza dönüşür.' Hopiler, "ilk dünyanın ateş, "üçüncü dünyalının da su tarafından yıkıldığında ısrar ederler.
Hopi Kızılderililerinin de, eski Mısırlılar gibi Sirius'u tanıdıkları ve ona "Mavi Kaçina Yıldızı" adını verdikleri söylenebilir. Kabilade yaşayan asırlık bir inanç, kabilenin 250.000 yıl önce dünyaya Sirius sisteminden geldiklerini ve yerleştikleri zaman kapsüllerinin de ya gelecek bin yıldan hemen önce ya da hemen sonra açılacağını söyler.
"Ikiz" ilke, kesinlikle Sirius'la ilgilidir; daha önce tartıştığımız gibi kutupsallık kanunu, bütün Siriusyen konsantrasyon uygulamalarına hakimdir. Aslan kudreti, kristal kudreti ve zaman faktörüyle birlikte, Siriusyen konsantrasyon pratiğinin dörtlü temellerini oluşturur (Bkz. Resim 12.1).
Zamanın kollarının, eş kollu haçın üst noktasında yer aldığına dikkat edin; bu, ebediyetin androjen halini göstermektedir; alt eksende, daha yoğun planlardaki varoluş modlarının yin/yang ya da pasif/aktif olarak ayrılmasını sağlar. Aslan kudreti, aktif, yoğun ateşli ve dışa dönüktür; renkleri, sadece, kırmızı spektrumun aşın derecede harekete geçirici renklerini soğutacak yeterince altın öğesi içeren renklerden oluşmaktadır (koyu kırmızılar özde Set'in renkleridir): spektrumdaki sarı renkler aklı simgeler.
Transmutasyon tabiatlı enerjileri dışsal değişim yaratarak izlerler. Kristal kudreti alıcı ve pasiftir-renkleri mavi, yeşil ve bun­ların kombinasyonlarıdır ve enerjileri, emme ve kristalizasyon yoluyla inceltirler; içsel değişim bu şekilde oluşur. Bir aradayken, bunlar bizim güneş sistemimizi doğrudan ilgilendiren bir Siriusyen enerji çıktısı oluştururlar; bu, geniş bir frekans spektrumunda tezahür eder; tabiatı özellikle kozmik tekamül ve kuantum sıçramaları bakımından' önemlidir; çünki birinin objektivitesi dış yönleri denkler, diğeri ise içsel, subjektif modla çok daha ilgilidir. Diğer kozmik zaman bölgelerinde, prensipler sabit olmakla birlikte kural ve uygulamalar biraz farklıdır; çünki farklı evrim akışlarının aldıkları yollar galaksiden galaksiye farklılık gösterir. Tüm bunlar Siriusyen zihinsel çalışmalarla ilgilenenlerin çalışıp anlamaları gereken şeylerdir, yoksa bu zaman dışı kozmik yolda ilerlemek güçleşir.
Aslan-Kristal ekseniyle ilgili bir onay, Brugsch tarafından verilen, Budge' ın da aktardığı aşağıdaki mısralarda görülebilir:
Ey Amen-Ra, tanrılar senden çıktılar; senden akan Şu oldu, senden yayılan Tefnut oldu, her şeyin başında dokuz tanrıyı yaratan sensin, İkiz Aslan tanrıların Aslan Tanrısı da sensin ...
Tanrıça Sekhmet daima bir güneş diskiyle gösterilir; üzerinde Urayus ya da Ra'nın sağ Gözü vardır; başında yer alan bu simgeler onu hem ikiz aslan tanrılar hem de diskleriyle bağlantılandırır, bunlar da bu gezegenin denge ve tekamülüyle ilgilidir. Tanrısal Savaşçı kimliğiyle, Ra'nın düşmanlarına savaş açar; bu kedi kız ve erkek kardeşleri Apep'in kötülüğüne karşı yaptıkları şeydir. Masters, Göklerdeki Savaş'ta şöyle yazar: O, "bu dünya üzerine en tam ve korkunç biçimde çöker"."
Bu konuda da şunları aktarır: ... bu, Büyük Ana'nın beşeri zaman ve uzaya tekrar girmesi­dir; Gizemlerde Sekhmet olarak belirir. O, Kaos'a terör getirir ve yıkar. Sevgi vasıtasıyla bu şartlan yeniden oluşturur; insan ırkıkoruyan ve insan varlıklarnın bireyler olarak uyumlu gelişim ve doygunluğunu sağlayan da budur; bu aynı zamanda Gökler deki Savaş'ın konusu olan Büyük Kozmik Bütünün bir parça­sı ve son çıkışıdır. Varlık ya da Hiçlik?
Siriusyen mesaj ile ilgili düşünüldüğü zaman, bu çok aydınlatıcı bir düşüncedir; Geb ya da Gaia'ya diğerlerini engelleyen çocuklarını denetlemek için bir el verir ya da onları uzak bir galaksinin ücra bir gezegenine, kendi spiritüel yaş ve cinsiyetlerine uygun ruhlar arasına gönderir; öyle ki bu arada şiddet, nefret ve diğer kaotik özellikleri üzerinde birarada çalışabilsinler.
Üstatların "o Kaosa dehşet salar" deyişine dikkat edin. Yani o, Set'in düşmanıdır; çünki Set, kişileştirilmiş Kaostan başkası değildir! Sekhmet'in dönüştürücü güçleri, mitlerin aktardığı kadarıyla serttir ancak Set'inkilerle aynı yıkıcı anlamında ele alınmamaları gerekir; çünki inceltici ateş inisiyasyonu, aşağı tabiatlarımızdan ve hepimizin içindeki yıkıcı kaos öğesinden kurtulmamız için esastır. Ateş inisiyasyonu, ayrıca spiritüel moleküllerimizi de saflaştırır; bunlar tabiri caizse sırptil bedenlerimizde yer alır ve içimizdeki Tanrısal Işık ve Sonsuzla olan bağlantımızla daha yakın temasa geçmemizi sağlarlar. Öte yandan kaotik enerjilerse parçalayıcı ve dağıtıcıdırlar.
Tüm bunlardan, aslan arşetipinin kozmolojiden gün­lük yaşama, bütün Mısır düşüncesinde çok önemli olduğunu görürüz. Aslan tanrı ve ruhlar bu nedenle bütün mekan ve varlıkların koruyucuları olarak düşünülürler. aile üyeleri, rahipler, rahibeler, firavunlar ve eşleri Aslan başlarıyla simgelenir. Grekler bunlara "sfenks" adını vermişlerdir. Mısır Sfenksinin bir adı da Hu, "koruyucudur";bir başka adı ise Hor-em-akhet ya da "Ufkun Horus'u" dur, burada Horus'un muammalı "oğulları" (ya da Takipçileriyle), yani Şemsu-Hor ile bir bağlantısı bulunur. İlginç bir biçimde "Hu" ismi Keltlere ait Hu Gadarn mitosunda da geçer; bu kişi bir grup göçmeni Galler'in tarih öncesi kıyılarına götüren, denizden gelmiş bir Atlantislidir. Ayrıca Hu Gadarn ve Tuatha de Danaans (Tuarde-de-Oanans okunur) isimleri arasında da ilginç bir ses benzerliği vardır; bu insanlar da, efsaneye göre tarih öncesi İrlanda kıyılarına çıkan, majik güçlere sahip esrarlı bir topluluktu.
Bu ikiz aslan ve kristal kuvvetlerinin kullanımı konusunda, bir soru doğabilir. Siriusyen konsantrasyon uygulamasında, Bati tradisyonları ekollerinin bazılarında görülen, medyomla ezoterizm arasındaki okült farklılıklar var mıdır? Cevap "Hayır" olmalıdır- Siriusyen konsantrasyon uygulaması, grup olarak ya da tek başına uygulanabilir. Özünde iki beyin yarıküresinin de kullanımını gerektirdiğinden, kişiliğin hem rasyonel hem de sezgisel yönleri oyuna katılır; burada iki yarıkürenin birbirlerine baskınlaşmadan, birbirlerini tamamlayarak eşit oranlarda kullanımı esastır.
Böylece uygulama yapan kişi kendini korumuş olur ve hem iç hem de dış zamanda hareketlerinin .sorumluluğunu üstlenir. Kişinin psişik yetenekleri bu nedenle iyi eğitilmiş ve denetlenmiş olmalıdır; böylece aşağı doğru bir kendini kandırma spiraline kapılmamış olur. Yani kişi, tanınamayan soyut enerjiler ya da garip veya yabancı rakiplerle karşılaştığında bir aslan cesaretine sahiptir. Kristalin mantal emişi ise ilim bunların bugünkü dünyanın terimlerine doğru biçimde uyarlanması, inceltilmesini ve tercümesini sağlar. Bilgi başkalarına iletilemiyorsa, ne işe yarayabilir ki? İnisiye, ezoterizmin bildik alet edevatına ihtiyaç duyuyorsa, asadan ziyade sistrumu {eskiden Mısır'da ibadet esnasında kullanılan ve ortasından geçirilmiş madeni çubuklar sarsılınca ses çıkaran saplı kasnak şeklinde bir çalgı) öneririm çünki bu alet, kuvvetli Siriusyen enerjilerle titreşir,
Alıştırma
Aslan Evine Giriş
Eski bir Mısır tabut metninde şöyle denilir: Aslanın Evinden Gelmekteyim Orayı İsis' in Evi için terk ettim.Saklı Gizemlerinde Büyük Tanrının doğumunu görmeme müsaade etti.Buradaki Aslan, elbette, farklı görünümleri olan Sekhmet'tir: "Büyük Tanrı" ise Horus'tur, kurtancıdır. İsis'in oğludur. Sekhmet'in "evini" ziyaret ise öyle her baba yiğitin harcı değildir; çünki ateş alanlarına girmek ya da Tanrıça, Sirius Kapısını nihayet açmazdan önce, Ra mabetlerinden geçmek anlamına gelir. Bu sembolojiyle alakalı gizemlerde, Isis'in rolü Sirius A'ya karşılık gelir; oğlu Horus'un vazife si ise yeryüzünü Set'in (Kaos) zaman kapsülünden kurtar­maktır. babası Osiris'in (Düzen) krallığı böylece yeniden tesis edilecektir. Böylece Sekhmet, bu muammanın zaman anahtarını elinde tutar ancak doğrudan müdahale etmeyebilir; Sekhmet enerjilerinin dünyevi seviyede dağılımı, hizmet edenlerin işbirliğine bağlı bir şeydir.
Uygulama
Dışsallaşma için seçtiğiniz pozisyonu alın. Kendinizi muhafaza ve kozmik kimlik sembolleriniz adam akıllı belirginleşsin. Dışsallaşın: kendinizi dünyanın aurasından tamamen kurtarın ve Güneş'e yönelin. Güneş'in haresine yaklaşırken haliyle biraz zorlanırsınız. Bu zorlanmanın nasıl bir biçim alacağı, sizin gelişim seviyenizle alakalıdır; Muhafızların size nasıl bir tepki verecekleri de sizin kimlik sembolünüzün tasnif edilişiyle ilgili bir konudur. Bu alış tırmayı prensip olarak veriyorum ancak ne ben ne de bir başkası, Muhafızların Dünya zamanında daha sonra ortaya çıkışını garanti edebilir.
Ancak yolculuğun geri kalanında size kılavuzluk edeceklerini varsayalım. Bundan sonra ne yapılacaktır? Aslan tanrı ya da tanrıçalarla ya da Sekhmet'in kendisiyle karşılaşmak üzere, sizi Ateş Salonlarından geçirirler. İlah sizin "Aslan Evine" girmeye (burası elbette Sirius sistemidir) hazır olduğunuza hükmederse, ötesi sizinle aslan öğretmeninizin rolünü üstlenen zat arasında kalacak bir konudur. Bunun ötesinde size verebileceğim bir bilgi olamaz çünki bu tecrübe tamamen kişiseldir ve ne benim ne de başka bir öğretmenin kendi spiritüel konumuyla sınırlı ve doğru referans terimleri bulunmayan haliyle tasvir edebileceği bir şey değildir. Bu, bu yollardan bizzat geçtiğimizi varsaysak dahi böyledir. Tüm söyleyebileceğim, Sirius'la ilgili kozmik kanunların, örneğin ikizlik ya da kutupluluğun, sizi derinden etkilemeye başlayacağıdır. Jung şöyle diyor:
Bizler, bu Dioskuri çiftiyiz; birimiz ölümlü, diğerimiz ölümsüz ve bu ikisi, hep birlikte dahi olsalar asla bir olamıyorlar. Dönüşüm süreçleri bunları birbirine yakınlaştırmaya çalışıyor ancak şuurumuz dirençlerin farkında çünki diğer kişi yabancı ve acayip gözüküyor ve bizler kendi evlerimizin mutlak hakimi olmadığımız fikrine bir türlü intibak edemivoruz.:
"Sirius-İkili Yıldız" adlı bölümde özetlenen Dogonların Sirius felsefesini yeniden gözden geçirecek olursanız, Sirius A ve Sirius B'nin ikiz bileşimini, Jung'un açıkladığı insan psikolojisinin bu cephesiyle kolayca birleştirebilirsiniz. İkizleşme imaları, bireyselleşmenin bir üst oktavı ya da anima ve animus' un dengelenmesiyle ilgilidir; bu da ruhun spiritüel ilerlemesi için sine qua non olmazsa olmaz bir şeydir.
Eğer bu kavramlar daha başından size uyum sağlanması zor şeyler gibi geliyorsa; "Aslan'ın Evine" girme izni almadan bu konularla tanışmanız gerekecektir. Umudunuzu kaybetmeyin. Burada, yine sizin güvenliğiniz için yerleştirilmiş bir "parolayı söyle" mekanizması mevcuttur. Daha önce de açıkladığım gibi, Siriusyen enerjiler aşın se­viyede zihin karıştırıcı olabilirler. Eskiler, bu nedenle, Siriusyen konsantrasyon uygulaması yolunun kozmik kazalar yapa yapa yürünmesini hiç mi hiç istemezler. Evet, gidin ve Aslan'ın Evini" arayın; Aslan tanrıça yardımcınız olsun ve gayretlerinizi kutsasın. 

Siriusyen Miras
Murry Hope
Mısır ve Siriusyen konsantrasyon uygulamalarının yüksek gizemleri hakkında kadim Mısır' dan süzülüp gelen bilgilerin büyük kısmını, G.R.S. Mead' e borçluyuz. Kendisinin Thrice Greatest Hermes (Üç Kere En Büyük Hermes) adlı kitabı, geniş bir zaman periyodunu tarayan metin parçalarından derlenmiş; bunlar üç ciltlik bir çalışmada özenle sıralanıp birleştirilmiştir. Eski Mısır' a ait bu felsefe hem Yahudiliği hem de ilk dönem Hristiyanlığını etkiler, ancak Hristiyan Kilisesinin bebekliğini sallayan güç mücadeleleri esnasında en önemli öğelerin "usulünee" ortadan kaldırıldığı da bir gerçektir.
Yine de eski gerçekler, Gnostik ve Diriliş sonrası kitaplarındaki öğretilere ulaşabilmişlerdir; Pis­tis Sophia bu kitaplardan biridir ve yine Mead sayesinde elimize ulaşmıştır.
Hermes literatürünü kuvvetlendiren bir başka eser de The Egyptian Mysteries' dir (Mısır Gizemleri) ve İamblikos' a ait üstün bir eserdir; İngilizceye Yunancadan Alexander Wilder tarafından tercüme edilmiş ve ilk olarak 1911' de yayımlanmıştır. Geç Eflatuncu dönemin seçkin bir hocası ve önde gelen yazarı olan Porfiri ile Anebo adlı bir zat arasındaki bir dizi diyalogtan meydana gelir. Porfiri (yaklaşık M5.232-304) Tire'lidir. Molech ya da Kral demek olan ismi, sonradan Longinus tarafından "Porphurios" a çevrilir; Porphurios, kraliyet ailesinden gelen demektir. Porfiri, sonraları felsefi ilgi alanını diğer inançları da kapsayacak yönde genişleten Plotinus'un talebesidir; özel yaşamındaysa Pisagor disiplinini takip eder; o tarihlerde yaygın olan Gnostik inançları ve yeni yeni yaygınlaşan Hristiyan inancını şiddetle eleştirir.
Aslen bir mistik olan Porfiri, Mısır ak majisinin törensel ayinlerine şüpheyle yaklaşır; Mitraizmi destekler; İamblikos ise Serapis kültünü takip etmektedir; Serapis kültü o tarihlerde Mısır'ın devlet dinidir. Katip İamblikos'un M.S. 255-330 tarihleri civarında yaşadığı söylenmektedir ancak bu tarihleri doğrulamak mümkün değildir. Anebo hakkında pek az şey biliyoruz; bir Mısır rahibi olarak anılıyor; ismi muhtemelen Anubis'in hizmetinde olduğunu göstermektedir. Porfiri, kendisine "kahin" ya da kutsal kehanetlerin yorumlayıcısı ve ilahların hizmetkarı olarak hitap ediyor ve bu nedenle filozof Mısır teolojik doktrinleri, din ve inançları, kutsal törenleri konusunda onun bilgilerine başvuruyor. Bu diyaloglar, mantıksal Grek düşüncesiyle Mısırlıların çok daha mistik yaklaşımı arasındaki, dışarıdan belirgin farklılıkları ortaya koyuyor; işin ironik tarafı ise, karakter özelliklerinin gerisinde, temelde pek az farklılık olması.
Ancak önce dikkatimizi Hermes Trismegistus' a çevire- 1im; bu kitap, Mısır. felsefesi çalışan günümüz öğrencilerinin kutsal kitabı ya da temel referans kitabı gibidir; eski Mısır'ın içsel öğretileri konusunda, doğrudan Mısır karakteriyle ilgili Ölüler Kitabı ya da diğer erken dönem metinlerine göre çok daha doğru bir yaklaşım sergilediği düşünülebilir. Buradaki mantık, sözlü bir tradisyonla ilgilidir; tıpkı Kelt Drüidizmindeki gibi en derin gizemler, sadece inisiye ya da müridin anlayabileceği bir dilde aktarılır. Bu metinlerin, tıpkı efsanevi Zümrüt Tabletleri gibi bizzat Tot/Tehuti tarafından ilham olunduğuna inanılmaktadır.
"Üç Kere En Büyük" ifadesi sık sık soru işaretleri yaratır. Bazı otoriteler, bu terimini geç dönemde kullanıldığı düşüncesindedirler ancak bu ifadenin Roma döneminde de kullanıldığı, ünlü taşlama şairi Martial'in (M.S. 40-104?), ünlü bir gladyatör olan Hermes adlı kişiye yazdığı bir övgü türküsünde Hermes omnia solus et ter unusl' cümlesini kullanmasından anlaşılmaktadır. Ancak Mead, bu terimin kullanımının kanıtlarını Roma' dan çok daha eskilere, üç ayrı dilde hazırlanmış Rosetta Taşı'na dek götürür; burada Ptoleme Epiphanes'in (M.Ö.210-181) erdemleri anlatılırken Hermes "Büyük ve Büyük" olarak anılır."
Mead, Manetho'yu (Bkz. "Köken ve Anormallikler" i adlı bölüm, Notlar 2) referans göstererek, burada sözü edilen ilk Hermes'in Mısırlıların ilk rahipliğine gönderme yaptığı sonucuna varır; bu birinci rahiplik geleneği kutsal bir dil kullanırdı; bu dil, ikinci Hermes zamanında çoktan . unutulmuştu; ikinci Hermes'i çok daha geç ortaya çıkan bir rahiplik geleneği olarak düşünebiliriz. Bu geleneğin üyeleri muhtemelen Şemsu Hor'la bu bölgelerin yerli halkları arasında bir köprü gibiydiler.
Mead şunları aktarıyor:
İki rahip ve kahin kuşağı birbirinden bir "tufan"la ayrılırlar. Bu "tufan" eğer Salon’un Sais'li rahiplerden haber aldığı tufanın kökenindeki hadise değilse , en azından bu tufanla ilintilidir . Bu konularda Eflatun'un Timaeus ve Critias adlı eserlerinde önemli bilgiler buluruz. Tris majistik literatürden öğrendiğimize göre, İyilik Meleği Zihinle ayrıdıdır ve Hermes Trismegis­ıus'un babası olarak düşünülür. Bu, tufan öncesi eski Mısır uygarlığının -Atlantik Adası sulara gömüldüğünde, tufan Mısır ülkesini de sel altında bırakmış olmalıydı- büyük bir mükemmellik timsali olarak düşünüldüğünün mecazi bir ifadesine benzemektedir. Bu, Tanrılar ya da Tanrısal Krallar ya da Yarı-Tanrılar dönemidir; bu dönem bilgeliği, mistik geleneğe aktarılmış ya da sür­günden dönen ya da dünyaya reenkarne olan bu ırkın ikinci dereceden temsilcileri tarafından önceki ihtişamına benzer bir biçimde yeniden canlandırılmıştır. Bu kişiler, tufan durulduktansonra, Aşağı Nilovalarına yavaş yavaş geri dönen yeni topluluklarla ilgilenmeye başlamışlardır.
Demek ki, Mısır gizemleri - kültleri geleneğinde üç dönem tespit ediyoruz:
a) Birinci Tat yada Agathodaimon, Seriyadik ülkenin taş anıtlarındaki kutsal dil ve karakterlerinde muhafaza edilen hakikı tradisyan; bu, Atlantik tufanı öncesi Mısır'ı olarak düşünülebilir;
b) İkinci Tat; Üç Kere En Büyük, büyük tufan dönemi sonrasındaki gizem ekolü; bu dönemin kayıtları sadece transkripsiyonlarda değil, hala kutsal karakterlerle yazılan el yazmalarında da korunmaktadır. Ancak el yazmaları ülkeye yeniden yerleşen halkın dilinde yazılmıştır.
c) Tat, Manetho dönemi rahipliği ve muhtemelen Manetho'dan bir iki asır önce başlamış olan rahiplik ki, burada da Mısırcanın daha geç bir şekli konuşulur; Yunancaya yapılan demotik (hiyeraglif yazıların basitleştirilmiş bir formu) tercümeler, ikincil tecümeler ya da ibareler metnin özünün farklı kelimelerle aktarımı bu dönem çalışmalarını esas alırlar?
Daha yakın tarihlerde "Üç Kere En Büyük" ismine bir dizi yeni metafizik anlam da atfedilmiştir, Üç Dilek Kanunu bunlardandır (Bkz. Terimler Sözlüğü); beden-zihin-ruh ve şuur-şuurdışı-süper şuur üçlemesi ve diğerleri de vardır, Bu isimle ilgili, üç sayısına dayanan atıflar da yok değildir; ben de numerolojik bir atıf olduğundan hiç kuşku duymuyorum. Siriusyen yorumlarını tercih edenler, burada Sirius sisteminin üç yıldızını da bu atıflara ilave edebilirler ancak bu yıldızlardan birinin aslında büyük bir gezegen olduğu ve yıldız olmadığı konusunda kuşkular olduğu unutulmamalıdır; bu nedenle yeni kanıtlar ortaya çıkana dek hüküm vermek istemiyorum.
Triemegistus, Mısır majisinin "Hermes Duaları" ya.da Hermetik Alşimi literatüründen derlenmiş, eski Mısır okült öğretilerinden meydana gelen bir koleksiyondur. Aslında bu konuda elde başkaca kaynak da yoktur.
Şu bölümlerden oluşur:
a) Corpus Hermiticum (öğretiler bütünü), Poimandres adı verilen on dört vaazlık bir derlemeyi ve Asklepyos'un Tanımları adlı Hermes'in Apollon'un oğluna verdiği bilgileri içerir. Asclepius daha sonra Grek tıp tanrısı olacaktır.
b) Yine Asclepius adıyla bilinen Mükemmel Vaiz; burada da Asclepius' a hitap edilmektedir. Yunanca metin bugün kayıptır. Sadece eski Latince metin mevcuttur.
c) Stobaeus'tan Parçalar. Burada yirmi yedi kadar parça bulunmaktadır., John Stobaeus, 5. yy. sonları ile 6. yy. başları arasında yaşamış çok tanrılı inanca sahip bir hocadır. Bu vaazları "keşfetmiş" ve tercüme etmiş olmasaydı, şimdi kaybolmuş olacaklardı. Stobaeus, kimileri çok uzun olan bu parçaları derledi; bunlar arasında The Virgül of the World (Alemin Bakiresi) adlı, o "..günlerin Grek yazar ve okült ekollerinden alınmış bir grup yazı önem taşımaktadır. Bu çalışma, bir dizi bilgi ve beraberinde verilen İsis'le' oğlu Horus arasındaki diyaloglardan meydana gelmektedir. Konular, eski Mısır'ın ezoterik ve mistik öğretilerinden alınmıştır; birçok okült otorite, bu metinleri, bugüne dek yazılmış en ilginç metinler olarak görmektedir ..
d) Erken' dönem Hristiyan rahiplerin referans ve parçaları. Erken Hristiyanlık alimleri ve kilise hocaları Hermes Trismegistus üzerinde yorumlar yapmayı uygun görürlerdi. Burada, elimize ulaşabilen yirmi beş kısa parça yer almaktadır. Hermetik doktrinin kafir tabiatı nedeniyle, bu yazarlar aleyhte konuşma eğilimindeydi ve bu metinlerin bugüne ulaşmasını biraz da bu tavır temin etmiştir. İlginç olan, bu yorumların, dogmatik temellere karşı çıkmakla birlikte, Trismejistik güç ve felsefeyi, pek saygı göstermemekle birlikte özde kabul ediyor olmalarıdır.
e) Zorunlu olarak Hristiyan inançta olmayan erken dönem filozofların referans ve parçalan. Zosimus, Fulgentius ve İamblikos'tan üç parça intikal etmiştir; filozof imparator Jülyen'den (Hristiyan yazarlar ayıp ederek kendisine "dinden dönmüş" etiketini yapıştırmaya kalkarlar) bazı referans ve teyitler de bulunmaktadır.'
Bu tarihi metinler; sözlü tradisyon, bu disiplinin daha çok spiritüel ya da saklı' gizem cephelerine yoğunlaşmayı tercih etmiş mistik ilham ve Mısır tarihi ile ilgili ilmi çalışmalar vasıtasıyla bizlere ulaşan bilgileri teyit eder niteliktedirler. Elbette birçok hata araya karışmıştır; tercümanlar, metinleri kendi tecrübeleri, özel majik eğilimleri ve dönemlerinin moda okültizm akımları ışığında yeniden yorumlamaktan geri durmamışlardır, Bu parçalar bir vakitler bilgi çağlayanı olan eserlerin kırıntıları hükmündedirler; asıl bilgiler genelde sadece gayretli talebeve inisiyelere veriliyordu; eğer hermetizmin bir savunucusu, Hermes Trismegistus'un hükümdarların konumuna ne denli saygılı olduğunu örneklemek için bazı vaazları seçip göstermek için zorlu çalışmalara girmemiş olsaydı, elimizde bu kadarı bile olmayacaktı!
Bu bölük pörçük parçaların, asırlar boyu çeviri ve yeniden çeviri şeklinde esas metinler üzerinde kalem oynatan tahribata rağmen, elimize ulaşmış olmaları asıl mucizedir. Dini baskı dönemlerinde bu parçalar gizli çalışmalar şeklinde; kadim bilgeliğin sadık takipçileri tarafından dikkatle korunup saklandılar; bazı dönemlerde de özel koleksiyoncular tarafından güvenle muhafaza edildiler; bu kişiler, dünyanın "muhafızları" olan Tot'un oğul ve kızlarıydılar. Sonuçta, ister bedenli ister bedensiz, kaosun kölelerinin bütün çabalarına rağmen, kadim doğrulardan bir avuç kıymetli taşın ışıltısı bize kadar ulaşabildi.
Bütün referans eserleri vermek çok fazla yer işgal edecektir. Ayrıca bu noktada konumuz açısından da hepsinin belirleyici olduğu söylenemez. İşte, elindeki bilgileri teyit etmek isteyecek gayretli araştırmacılar için birkaç başvuru kaynağı. Hermes Trismegistus'u: ilgili Helenik ve Orfik gelenek konusunda, [ohannes Albertus Fabricius'un Bibliotheea Graeea adlı eseri vardır (4. ve son baskı, Leipzig, 1790). AI­şimi ve ortaçağ yazını konusunda M.P.E. Be"rthelot'un eserleri mevcuttur. Isimleri La Chimie au Moyen Age (Paris, 1893) ve Collection des Anciens Alehimistes Grees'tir (Paris, 1988). Arapça metinler konusunda Beausobre'un Histoire Critique de Maniehie et du Maniehiisme (Amsterdam,1734) adlı esere başvurulabilir; H.L.Fleischer, Hermes Trismegistus an die mensehliehe Seele, Arabiseh und Deutseh (Leipzig, 1870); O.Bardenhewer, Hermetis Trismegisti qui apud Arabes fertur de Castigatione Animae Liber (Bohn, 1873) adlı kitaplar ve Georg Ebers'in talebesi R. Pietschmann'ın Hermes Trismegistus naeh iigyptieshen und orientalisehen Überlieferungen (Leipzig, 1875) adlı risalesinin dördüncü bölümü, ki bu bölüm Hermes tradisyonunun bir incelemesidir ve adı Bei Syrern und Ara ben şeklindedir.
On birinci yüzyılda, kötü durumda bir başka el yazması daha bulunmuştur. Bizans'ta Eflatuncu çalışmaların yeniden. canlanmasıyla yakından ilgili bir beyefendi olan Mikael Psellus'un eline ulaştığında birçok kısım ve parça kayıptı. Ancak üzücü bir şekilde, Psellus çevirisinin geniş kısımları, doğrudan politeizmi ya da "kafirliği" doğruladıkları için yırtılıp atılmış, yani bir kez daha ciddi talebe kandırılmıştır. Teozofi alimi Reitzenstein gerçeğe dair parçaları biraraya getirmek için elinden geleni yaptı. Mead bu gayretleri hararetle takdir eder.
Trismejistik edebiyatın büyük kısmı, orijinal Grekçe metinlerden alınmıştır, ancak daha ileride de Erken Grek, İbranice ve Mısır dilindeki orijinallere üç farklı etki karışacaktır. Yahudi etkisi Essenik ya da Terapötik bir nitelik taşır (Mead' e göre, Essen kelimesi İbranice değil Yunancadır). Trismegistus daha sonra erken Hristiyan Gnostiklerinin etkisine tabi tutulur, Birçok Gnostik, eserden geniş bölümleri önce kendi inançları lehine benimserler; sonra da bu parçalara "batıl" etiketi yapıştınlır. Bunlar içinde en dikkat çekici olanları Basilides'tir; Carl Jung, bunların,ya kendisine Ölümün Yedi İlahisi aracılığıyla kılavuzluk etmiş kendi grup ruhunun bir parçası ya da geçmiş bir yaşamdaki kendisi olduğuna inanıyordu. Valentinyen Gnosisi de kuvvetle Hermetik bir nitelik taşır. Bu nedenle Trismegisius literatürünün bazı yerlerinde özellikle Gnostik bir lezzet vardır; bu nedenle öğrencinin, Mısır orijinalleriyle daha yakın bir ilişki kurabilmek için Hristo-Gnostik eklemeleri bir yana ayırması tavsiye edilir.
Trismegistus'un da dahil olduğu tüm dizi, Tot/Tehu'ti'nin doğrudan ilhamına bağlanır: burada Tot'la ''bilgeliğin ustası ve insanlığın öğretmeni" . kastedilmektedir. Tot, metinlerin bize bildirdiğine göre "evrende ölçü, sayı ve dü­zeni tesis etmiştir"; mimarların ustasıdır; eşi Nehemaut'tur, Gnostiklerce Sofya, Mısırlılarca Maat olarak bilinir. Maat'ın sembolü beyaz bir tüydür (bazen adaletle ilgili vasıfları bakımından Tot'un kendisiyle de ilişkilendirilir).
Hermes Trismegistus'a göre, Mısır Tot gizemlerinde üç aşama vardı:
Ölümlüler- Eğitilmiş olmakla birlikte henüz içsel görüş kazanmamış olanlar.
Zekdior- Görüşleri sayesinde, evrendeki diğer hayat biçimleriyle uyumlu hale gelebilenler.
Işık Varlıkları- ışıkla bir olmuş olanlar
Gnostikler daha sonra bu varlıklara hil, psişe ve pnöma adlarını verdiler ve özelliklerini Mead'ın şu şekilde aktardığı bir de dördüncü grup ilave ettiler:
(a) En aşağıda hilikler yer alır; bu varlıklar spiritüel şeylere o kadar kapalıdırlar ki, hil ya da dünyanın algılanamaz maddesi gibidirler;
(b) Orta sınıf, psişikler ismini alır; bu varlıklar spiritüel şeylere inanmakla birlikte sadece inanç varlıklarıdır 've inançlarını kuvvetlendirmek için mucize ve işaretlere ihtiyaç duyarlar;
(c) Pnömatikler ya da spiritüeller en üst sınıfı meydana getirirler, spiritüel konulardaki bilgileri edinebilirler; Gnosisi alabilecek durumda olanlar da bu gruptur. Mead, eşitlik meselesini nitelemeye hizmet eden ilave bir yorum da eklemektedir:
Günümüzde aşırı uçtaki bazı çevrelerde bütün insanların "eşit" olduğunu söylemek adettendir. Modern teolog bu ifadeye "ahlaki' bakımdan ilavesini yapar. Bu şekilde ifade edilen fikir, Hristiyanlığa özgü birşey değildir. Çünki bu doktrin bütün büyük dinlerde ortaktır; Tanrının İlahiyat'ın tezahürlerinden biri olan büyük adalet prensibinin bir ifadesi olarak kabul edilir. Gnostik görüş ise çok daha açık ve tekamül gerçekleriyle çok daha uyumludur, ahlaki anlamda eşitliği kabul etmekle birlikte belli bir derece farklılığı tespit eder; bu derece farklılığı sadece beden ve can anlamında değil ruh anlamında da söz konusudur; böylece ahlak farklı oranlarda düşünülür ve kabiliyetIerin iç anlamıyla ilgili bilmeceyi de açıklamış olur:
Gnostik edebiyatta, Tot hem İsis hem de Osiris'in öğretmenidir ve kutsal sekiz olarak bilinen dört ilah çiftinin içinde yer alır; bu çiftlerin her birinde bir eril bir de dişil güç vardır,biri aktif diğeri pasiftir; bu Gnostik şe ma nın en eski örneğidir. Tot'un vazifesi, Trismegistus'un bize aktardığına göre mükemmel dengeyi muhafazadır. Esas sembolü yılanlı asa da bunu simgeler. Burada sekiz sayısının vurgulanmasına dikkat edin, bu ilgi çekici çalışmada Siriusyen istikameti gösteren işaretlerden sadece biridir. ileride göreceğimiz başkaları da bulunmaktadır.


Aşağısı Yukarıya Benzer
Murry Hope
Carl Gustav Jung, kendisinden önce birçok bilgenin de şüphesiz ifade ettiği gibi, mitosun gerçekliğe çarpıcı derecede benzediğini ve farklı seviyelerde geçerli bir biçimde yorumlanabileceğini ifade etmiştir.
Sonuçta, eski efsaneler, aşağıdaki bağlamların her birinde anlamlı biçimde değerlendirilebilirler:
a) Kendi sistemimiz ve diğer yıldız sistemleriyle ilgili kozmolojik ve tekamülle ilgili değişiklikler;
1- İnsan psikolojisinin farklı cepheleri;
2- Tarih öncesi dönemlerde gerçekleşmiş hakiki olaylar
b) Hem bireysel hem de kolektif şuurdışıyla ilgili kozmik enerjiler ve arşetipler;
c) Gelecekle ilgili kehanetler.
Öyle görünüyor ki, dışzaman ya da zamansızlık halinde bir yerlerde bir çeşit kutsal drama yaratılmıştır ve şuuraltı biçimde bütün düzeylerde bu drama sahnelenmektedir; nadiren bir bilge, sanatçı, filozof, psişik kişi ya da inisiyenin, bu dramanın gerçekliğine çarçabuk göz gezdirmesine müsaade edilir. Bu konu, hiçbir yerde eski Mısır mitos ve törenlerinde olduğu kadar vurgulanmaz: her doğru bir başka doğruyu gizlemektedir. Kırk yıldan bu yana, bu konuları araştırırken hep dış katmanların usulca soyulup gittiğini ve yerlerini diğer çok daha ilgi çekici mahremiyetlere bıraktığını gözledim. Bu, yıpranmış durumda ilginç eski bir resmin, profesyonel bir restoratörün elinde, orijinalinden çok daha değerli ve güzel bir sanat eserine dönüşmesine benzetilebilir.
Önceki bölümleri şöyle bir özetlemeden önce, okuyucularımla, aldığım bir mektubun içindekileri paylaşmak istiyorum; bu mektubu, Nisan 1990 tarihinde, bu son bölümü yazmaya hazırlanırken, kadim yolları takip eden muhterem Mısırlı takipçiler bana gönderdiler; Sirius tradisyonlarıyla ilgili bir mektuplarını önceki bir bölümde nakletmiştim, açılış paragrafı şu şekilde:
Resim 14.1
Rabbimiz Us-Ar'ın(Osiris) bahar bayramının ikinci gününde yazılmıştır; O Abtu Rabbi ve Yeniden Dirilişin Kralıdır; ve Ammun-Ra'yı Tanrıların Tanrısı adıyla andığımız bu bayram gününde, onun adına kaleme alınmıştır; yukarıdaki yazımızdaki gibi, o Aneç Hra-Ku Ammun-Ra Heh'dirue Milyonların Sütu­nu olan şahaneleri Sekhmet Montu'nun (LHS) müsaade ve doğrudan emriyle, 12.451 AU (Us-Ar'dan sonra) yılında kaleme alınmıştır.
Ruhani varlığıyla yazdıklarımızı kutsasın niyazındayız. Bilgemiz Sau Tahuti şöyle ifade ediyor; ben de kaleme aktarıyorum: Dileriz ömrünüz uzun olur ve dileriz Tanrımızla (hem sizin hem bizim Tanrımızdır) çok daha doğru bir birliğe erişirsiniz, elinize ve ondan çıkan bütün çalışmalara rehberlik etsinler bundan böyle. Lütfen dikkat edin: Hra-ku, İngilizcedeki "Hello" gibi selamIaşmak; Baraka ise İngilizcede samimi bir hoşçakal gibi kullanılır; anlamı, İngilizce "kutsama üzerine olsun" şeklindedir.
Katip daha sonra, Afrika "tutsi" biçimi yerine "toot­sie" fonetik hecelemesini kullandığım teyit etmektedir; kendisine ve temsil ettiği birimlere bu konudaki bilgi bu şekilde intikal etmiştir. 12.451 AU yılının "Rab Us-Ar'ın aramızdan ayrılıp Öte Alem Rabbi olduğu" zamandan bu yana geçen yıl sayısı olduğunu tespit eder. Bu, Kral Osiris'in enkarnasyonunu M.,Ö.10461 senelerinde tamamlamış olması gerektiği anlamına gelecektir. İlginç! Katip şu şekilde devam ediyor:"Bii burada i Atlantisliler' diye bir isim bilmemekteyiz; acaba Yeşil Deniz halkı olabilirler mi? Biz bu halkın Us-Ar'ın Sinai'de yeryüzüne gelişinden kısa süre sonra yok olduklarını biliyoruz ama bu 20.000 yıl kadar önce olmuştu ... " (Yani M:Ö.17-18 binlerde, Akrep Zodyak Çağında; Lemurya'nın bu tarihte yok edildiği ve Atlantis uygarlığının kurulduğu söylenir; ancak burada iki farklı dönemden bahsedildiği fikrindeyim; birazdan göreceğiz.
Daha sonra, astrolojik çağların yaklaşık bir listesi veriliyor; Mısırlı dostum, Nebt Sekhmet Montu'nun döneminin Aslan Çağına karşılık geldiğini kaydetmiş, mantıklı olan da bu; ayrıca İkizler Çağının da Us-Ar ve Auset' e (Osiris ve İsis) karşılık gelip gelmediğini soruyor. Şöyle diyor: "Bizim inancımız Us-Ar ve Auset Çağında başladı." ve devam ediyor: "12.450 yıldan biraz daha fazla yıl önce, Us-Ar ve Au-set, bu ülkenin halklarına uygarlık getirmek üzere, Mısır'ın ilk firavunları olarak geldiler ... (İkinci tezahür mü?)
Tercüme hataları için üzgün olduğunu belirttikten sonra, çağları şu şekilde veriyor:
Ammun boşluğu (Oğlak?)
Nutya da Bölünüm Dönemi (Kova ?)
Denizde Yaşam Çağı (Balık ?)
Ra Çağı (Koç ?)
Belirmiş Ra (Boğa ?)
Us-Ar ve Auset Yönetimi (İkizler?) Çekilim çağı (Yengeç ?)
Nebt Sekhmet Montu çağı ve Kan Denizinin Yok Oluşu (Aslan ?)
Denge çağı (Terazi ?)
İnşa Ediciler çağı (Yay?)

Okuyucularım, katibin listesinde Başak'ın bulunmadığını fark etmişlerdir; bu bende dostumuzun, gerçekte kendi gelenekleri yeryüzünün çok daha geniş bir tarihiyle ilgiliyken, 'kendisinin modern Batı astrolojisiyle bir denklik meydana getirmeye çalıştığı izlenimini uyandırdı. Kendisi şu bilgilerle devam ediyor:
İnanç Kitabı, Heru-ıa-ta-ju, Kendi Umudunu Getiren tarafından, piramiti İnşa Ediciler Çağına dek açıklanmadı ya da bulunamadı .... Tahuti, Ra çağı zamanından. Nebt Sekhmet Montu ise Belitmiş Ra Çağından itibaren yeryüzündeydiler. Sonraki öykü, Nebt Sekhmet Montu'nun yeryüzünde ilk belirişi çağından kalmadır; İnşa Ediciler Çağında da yeniden tekrar edilmiştir. (Atlantis'in batışı mı?) Devamla: Nebt Sekhmet Montu, Ra'nın Gözü olarak bütün biçimlerin en zorlu ve acımasız olanıydı çünki Tanrısallığı. ve Tanrı' nın İradesini O 'korurdu. Ancak Hei-Heru olarak, 'neredeyse bütün uygarlık ve halkları yok ettiğinde en mutlu ve bağışlayıcı olan da O'ydu;işleri Tanrısal İnek Kitabında anlatılır. Tapındığı Babası Ra'nın fazlaca yaratışlarından kıskançlığa kapılıp, Mısır'ı terk edişi ve güneyde Nubya'ya gidişiyle ilgili hüzünlü bir öykü vardır; Mısır'ı terk edip yerleşmek üzere Nubya'ya giderken, yolu üzerindeki tüm yaratılmışları kail eder. Mısır perişan düşer, çünki Hei-Heru olmadan yaşam, sevinç ve mutluluktan yoksundur.
O gidince Ra dahi kederden yüzünü eğer; kimseler, kudretinin dayanağı olan kızının gidişi üzerine kalbini teselli edemez. Karanlık ve Kaos etrafına dolanıp, Düzen ve Sistemlerin varlığını tehdit etmeye başlar. Ra düşünür durur:"Kim kızımı yuvasına geri döndürecek?" Tüm tanrılar sessizdirler çünki kızına yaklaşmaktan korkmaktadırlar. Sonuçta görev, bütün Tanrıların en bilgesi Tahuti'ye verilir; Tahuti, basit bir maymun kılığına bürünür ve Ra'ntn kızını aramaya başlar. Dikkatle yaklaşır ve şöyle der:"Söyle, 'Güneş'in kızı, ölmeden önce konuşabilir miyim?" Bu izni alınca, Tahuti Vahşi Kedi Ana ile Akbaba Ana' nın öyküsünü anlatır: Bunlar birbirlerine güvenme­mekle birlikte birbirlerine saldırmamak üzere bir anlaşma yaparlar. Bu anlaşma, birbirlerine zarar vermeme esasına dayanmaktadır. Bir gün bir yavru akbaba dalından düşer ve vahşf kedinin yavrularından biri tarafından öldürülür. Dönünce ölmüş bebeğini bulan akbaba vahşt kedinin tüm yavrularını öldürür; dönüşte vahşi kedi de akbabanın yaptıklarını görür ve avcıların kampından aldığı kızgın bir kömür parçasını bir parça etin içine saklayıp akbabanın yuvasına koyar ve bütün yavruları öldürür. Tüm bunları, Ra'dan istemek yerine bizzat intikama soyundukları için Ra düzenlemiştir!'
Ra'ya hürmet et, Ey Kızı, o her şeyi görür ve öç de alır. Onun yüzü tüm sevinçleri getirir. Sonra Tahuti, kurnazlıkla, Het-Heru'nun Ra'nı1l evinden bazı otları yemesin'i sağlar; böylece öfkesi eriyip gider, haleti de değişir. Sonra Tahuti bir hikaye daha anlatır,bir yandan Mısır'a geri dönmektedirler; bu hikaye Ra'nın tek bir sineğin ölümünü bile fark ettiği ve hiçbir şeyin Ra'nın adaletinden daha kuvvetli olmadığı üzerinedir.
Bunun üzerine, Hei-Heru' nun kalbi büyük bir sevinç ve gu­rurla dolar; demek ki babası bütün iyilikleri iyilik, bütün kötülükleri de kötülükle yanıtlamaktadır ve Tahuti' nin de belirttiği gibi, kendisi bütün konularda babasının intikamcısıdır! Hei-Heru, Ta­huti'yle birlikte yavaş yavaş Mısır'a geri döner ve Tahuti, kız bir ağacın altında uyurken onu sokmaya çalışan bir yılanı kovar ve hayatını kurtarır. Mısır'a döndüğünde onuruna büyük bayramlar tertip edilir ve On Kentinde (Heliopolis), Ra bir kez daha kızıyla bir araya gelir. Perka-Ptah'ta (Memfis), Sikamor'un evinde..Tahuti'nin gerçek görünümüne büründüğü ve Het-Heru'nun da onu nihayet tanıdığı bir eğlence düzenlenir.
Bu hikayede ahlaki değerler yanında, Aslan varlıkların burayı ziyaretleri, sonra da gerçek evlerine dönüşlerinden de bahsedildiğini görürsünüz. Dönüş yolculuğu sırasında Tahuti'ninHet-Heru'ya anlattığı hikaye insanların kurnazlık ve kolay aldanabilirliklerini ve Ra'nın denetimleri hariç, bu nedenle, bütün yaşam biçimleri için hasıl olan tehlikeleri anlatmaktadir. Dosyalarımızda başka Aslan Tanrılar da bulunmaktadır...
Mektubun son satırları kişisel olduğu için buraya aktarmıyorum; ancak katip sözlerini şu şekilde noktalıyor:
"Sizlere buradaki herkesten Şai-en Renput, mutlu yeni yıllar demek istiyorum! Ruhlarınız ve kalpleriniz ferah olsun."
Bu mektup birkaç nedenle beni çok heyecanlandırdı. Birincisi, verilen tarihler, kendi çalışmalarımın bağımsız sonuçları ve aslangil zekaların arada bir kulağıma fısıldamayı uygun gördükleri bilgelik ipuçlarıyla çakışmaktaydı. Ikincisi, hem Lemurya hem de Atlantis felaketleri, Sekhmet'in yani Sirius'un, yani Aslan Evinin tam da eşiğinde gerçekleşmiş gibi görünüyorlardı! Her iki felaket de belli ki evrimsel kuantum sıçramalarıyla bağlantılıydılar; hakiki ilhamlara muhatap olan birçok kişi de, çok da uzak olmayan bir tarihte yeni bir felaketle karşı1aşacağımızın idrakine sahiptiler. Paşadların, Sirius'un Aslan halkının birdenbire psişik sahne alışları da bununla ilgiliydi. Mitoslar Tot'un, beş epagomenal Neterden daha eski bir tanrılar kuşağına dahil olduğunu hep belirtiyorlardı; daha önce bahsettiğimiz efsanelerden ve diğerlerinden neredeyse onu Siriuslu bir "hominidi insan bedenini kullanan varlık" olarak düşünme eğilimindeydik. Kendisine atfedilen karısı Seşat da aslında yıldız tanrıçası ve kadim metinlere göre "zamanı arşınlayan" değil miydi? (Bir zaman 'yolcusu mu kastediliyor?)
Yukarıdaki Sekhmet hikayesinden alınan parça, normalde Mısır mitolojisi kitaplarında rastladıklarımızdan hayli farklıdır. Bu kitaplarda tanrıça nın büyük miktarda bira içtikten sonra uyuklamaya başladığı ve kıyımın da böylece sona erdiği yazar (Bkz. "Tanrılar ya da Neterler" adlı bölüm). Ra'nın kederle yüzünü ôrtmesi benzetmesi de, gün ışığının engellendiği ve bunun sonucunda Dünya'nın zor günler yaşadığı bir döneme işaret eder gibidir. Sekhmet'in özel silahı olan Ra'nın Gözü, parlak ve yanan bir cisim şeklinde betimlenir (küçük bir gezegen ya 'da kuyruklu yıldız mı kastediliyor?).
Yeryüzüne düşmüş ve hesapsız tahribata sebep olmuştur. Ra'yı Siriusyen sistem terimleriyle düşünür, Sekhmet'i de kızı olarak ele alırsak, bu, Mars-Jüpiter enerjilerinin Sirius' a ayrılması şeklindeki astrolojik tavrı da açıklayabilecektir, Sekhmet savaşçı bir tanrıça ya da intikamcı bir melek gibi tasvir edilmekteydi; Ra ise genişlemeci, nazik, babacan bir Jüpiter varlığı olarak betimleniyordu. Ancak mitostan, bu varlıkların bir diğerinin işbirliği olmadan çalışamadıkları anlaşılmaktadır; yani burada da bir gizem vardır ve cevabı muhtemelen Dogon inançlarında bulunabilecektir. Dikkatimi çeken bir başka nokta da, "Tanrısal İnek Kitabı"na (olasılıkla Hathor) yapılan göndermedir. İrlanda mitolojisinde de benzer bir isim karşımıza çıkar:
"Israrcı İnek Kitabı". Burada İrlanda'nın Tufan öncesi ve Tufan sonrası öyküsü aktarılır ve arkaik sözlü aktarımlar vasıtasıyla bugüne ulaştığına kuşku yoktur, İnsan tüm bunların rastlantı olamayacağını hissediyor!
Tüm bunlardan çıkarabileceğimiz ise, epagomenal Neterlerin önce, Lemurya'nın battığı ve ardından Atlantis uygarlığının kurulduğu tarihlerde Dünya'ya geldikleri ve etkilerinin, gezegenin evrimsel gelişimi 'açısından esas olması gereken Siriusyen kuvvetlerin tayin ettiği kuantum sıçramasıyla bir ilgisi bulunduğu. Siriusyen Aslan Kudretinin ürettiği bu "Transmutasyon" belli bir ailenin genlerinde meydana çıkan bir mutasyonda kristalize olmuş olmalı. (İsis, Osiris ve akrabaları mı?) Bu nedenle, şu soruyu sorabiliriz: Tot ve sonra da İsis/Osiris klanı, ilk kez, bugün Mısır olarak bildiğimiz yerde, orijinal "ailenin" doğrudan halefleri (belki de reenkarnasyonları) olarak ortaya çıktıklarında; Yengeç çağına kadar uygarlık süresince taşınacak bu mitosun geçtiği yer aslında Mısır değil de Atlantis miydi? Sonraki çağda tekrar sahnelenen ya da yinelenen de bu aynı drama mıydı? Burada, haliyle daha önce sözünü ettiğimiz 'benzetmeye geri dönmüş oluyoruz; bu benzetmede sonraki bir sanatçı, belki de yeni bir bez temin edemediği için, eski bir şaheserin üzerine yeni baştan çalışmıyor muydu? Başka sözcüklerle ifade edersek, o dönemde bilgi bezi olmadığı için, mitos ya da kutsal drama, kaydedenlerin imkanları dahilinde olan ne varsa o vasıtalarla sürdürmek durumunda kalınıyordu.
Bu sebeple, epagomenal günlerin İsis ailesinin Mısır' a gelişiyle denk düştüğünü görmek mümkündür; bu, yıl uzunluğuna bu belirli tarihte eklenmiş olmalarının gerekmediğini, ancak Mu ya da Lemurya'nın battığı ve Mısırlı dostlarımıza göre beş Neterin ilk geldikleri dönemden kalmış olabileceklerini göstermektedir. Başka bir açıklama da,
'Mısırlılara, 365 günlük yılı Atlantisli alim/rahiplerin (Tot katiplerinin?) açıklamış olmalarıdır. Ancak burada kulağa pek gerçek gibi gelmeyen bir nokta vardır; çünki en erken dönemlerden itibaren, Mısırlı halklar için Sothis takvimi önem taşıyordu: Sirius doktrini ve dostlarımızın ifadesiyle burada "Yeşil Deniz insanlarıyla" kuvvetli bir bağlantı söz ,konusuydu.
Daha önce verilen "çağlara" gelince; bu çağlar bizim anladığımız şekilde bir Büyük Yılla çakışmadıkları için, "Köken ve Anormallikler" adlı bölümde belirtilen Schwaller de Lubicz'in gözlemleri ışığında; insan, modern astrolojinin zodyak burçlarından çok kadim bir Sirius takvimiyle ilgili olup olmadıklarını sormadan edemiyor, Örnek olarak Yay burcuyla karşılanan Inşa Ediciler çağı, Neith ya da Satis'Ie alakah olabilir; her ikisi de vasıf olarak ok ve yayı paylaşırlar; Temple, onlann Sirius açısından belirleyici oldukları düşüncesindedir. Çok daha geniş bir bağlamda ise; bu Mısır "çağlan" kendi güneş sistemimizin doğuşu ve olasılıkla da evrenin belli bir oluşum aşamasıyla ilgili hayli kapsamlı bir manzara sunabilmektedirler.
Örnek olarak Nut ya da Bölünüm Çağı yeryüzü gökyüzü bağlamında olduğu gibi, Şu-Tefnut Destanı bakımından da yorumlanabilecektir. Schwaller de Lubicz, bu çağı İkizler olarak ele alır; Mısırlı dostlarımız ise Kova burcunu önermektedirler. (Sfenks, Aslan-Kova eksenini gösteriyor olabilir mi?) Kişisel hissiyatım, burada çok geniş zaman dilimlerinin söz konusu olduğudur; bu zaman dilimleri içinde 2000 yıllık ya da çok daha uzun çağlar birçok defa tekrar edilmektedirler ve sadece kozmik bir göz kırpma hükmündedirler; bu nedenle bu çağları. bir "kutsal kitap" gibi değil de, belli bir araştırmaya uygun referans terimleri olarak ele almak yerinde olacaktır. Mısırlı dostlarımız, her "öneriden" sonra bir soru işareti koyacak derecede mütevazı davranacak nezaket seviyesindedirler. Bence işin doğrusu hakkında bilgi sahibidirler.
Önceki bir kuantum sıçramasıyla ilgili genetik mutasyonlar bahsine geri dönecek olursak, şu sorularla karşılaşırız: Bunları gerçekleştirmek üzere Siriuslu varlıklar bizzat yeryüzüne indiler mi; yoksa sadece panspermia vasıtasıyla bir çeşit mühendislik hadisesini mi harekete geçirdiler? Bu konuda kati konuşamayız, en azından bugün için bu mümkün değil; önerilen Genome projesi ilerlemekle birlikte, bu muammanın cevabını düşündüğümüzden de erken edinmek mümkün olabilir! Atlantisli göçmenler belli ki bu kadim bilgiyi ileride başlıca kolonileri haline gelecek uzak yıllara beraberlerinde götürmekteydiler.Başta rahip öğretmen Tot, ardınca da beş aristokrat, asıl ziyaretten bu yana kadim öykünün kuşaktan. kuşağa aktarımını, psişik ya da diğer bir yolla temin etmekteydiler.
Osiris' in on dört parçasını daha önce Geb ya da Ga­ia' nın şakralarıyla ilgili olarak tespit etmiştik; ancak efsane bir başka ve çok daha pratik bir seviyede denk düşen bir rezonansa da sahip olabilir. İsterseniz varsayımsal bir örnek ele alalım ve senaryomuzu Atlantis uygarlığının son günlerine taşıyalım; Sekhmet'in dönüşünün muhakkak olduğunun farkına varmış olsunlar. Kehaneti ayrıntısıyla izleyecek olursak, kadim ülkenin Yüksek Rahibi ve Rahibesi, Sirius geni taşıyanları on dört gruba ayırdılar. Her bir grup, bir koloniye yada dikkatle seçilmiş bir kıyıya nakledilmek üzere hazırlandı; bu Sirius mirasının devamı açısından hayatiyet arz eden bir konuydu. Diyelim ki bu gruplardan birinin başına bir kaza geldi; tabi kayıp üye bahsi, doğrudan ada kıtanın kaybı olarak düşünülebilir. Diğer bir öneri de şu şekilde geliştirilebilir: Eksik fallus, üretkenlik faktörünü simgeler; Homo sapiens' in spiritüel tekamül gelişiminde sıkışıp kalmış bazı devam ettirici enerjilerin kaybı temsil edilmektedir. Yapay fallusun icadı, bu durumda, Sirius enerjilerinin akışının sürmesi için suni veya invitro i tüpte, ikincil bir dölleme olarak da ele alınabilir.
"Yeşil Deniz Halkı" göndermesini bilhassa ilginç bulu­yorum; çünki daha önce gördüğümüz gibi, Osiris sık sık yeşil olarak gösterilir ve sularla kaplı bir tahta oturmuş olarak resmedilir (Bkz. s.100'deki resim). Buda bir rastlantı olamaz, Meselenin gerçeği belki de bu ilah ve efsanelerinin tamamen simgesel olmalarındadır: bu' da kozmik dramanın farklı bir katmandaki bir başka gösteriminden başka bir şey olmamaktadır.
Reenkarnasyonla ilgili imalar Tahuti'nin asıl biçimini alması ve Het-Heru'nun onu tanıması bahsinde gözlenebilir. Bu bana, gezegenimizin evrimsel modelinde ne zaman büyük bir değişiklik söz konusu olsa, aynı kişilerden oluşan bir grubun bir arada enkarne oldukları fikrini düşündürmektedir. Ancak bu kişilerin birbirlerini derhal tanımaları gerekmez. Mitos' un daha sonraki Mısır yorumlamasına göre düşünüldüğünde, mektupta belirtildiği gibi, burada farklı bir zaman döneminde dini eğilimlerde gerçekleşmiş bir değişiklikle ilgileniyor olabiliriz: Tapını1an bir ilahın yerini bir başkasına bırakması; belki de bunun daha eski bir kültün yeniden canlanması şeklinde vuku bulması söz konusu olabilir. Sonuçta, Memfis, Ptah'ın, yani Sekhmet'in kocasının mekanıydı ve oğulları Nefertum (Nefer­Tem) genellikle aslan biçiminde gösterilirdi.
Mısırlı dostumun mektubunun içeriği, sanki Mısır geleneğinin, Siriusyen sistemi İsis, Osiris ve Neftis'ten ziyade Sekhmet/Hathor/Ra. veya Amon ya da Ra/Şu/Tefnut'a tahsis etme fikrini desteklediğini ima ediyor. Belirttikleri gibi, Sekhmet'in daha yumuşak olan kişiliği olarak düşündüğümüz Het-Heru, "hepsinin en mutlusu ve bağışlayıcısı" idi ve ancak dönüştürücü enerjileri aktive olduğunda Ra'nın Gözü haline gelmişti. Bu hikayeyi kullanınca, Ra veya Amon/Sirius B bağlantısı bariz hale gelir ve Het-He­ru'nun Hathor ile tek ve aynı olduğunu varsayma ise, Sekhmet'in daha yumuşak olan kişiliğini Dişi-Süpürge dansı veya Sirius C ile bağlantılandırmaya yardım eder.
Böylece gece gökyüzünde kolayca gözleyebildiğimiz mavi-beyaz yıldız ile Şu ve Tefnut (Ikiz Aslan tanrılar) ya da Mısırlıların dediği gibi İsis veOsiris ilişkilendirilir. "Sirius-İkili Yıldız" adlı bölümde daha önce de belirttiğim gibi, Sirius­yen insanımsıların somatik (bedensel) tekamüllerinde, cinsiyet farklılıklarının daha az, "dışarıdan" biri için erkekler ve dişiler arasındaki farkı ayırt etmenin zor olacağı derecede az vurgulandığı bir safhaya (bugün bu merhale bile aşılmış olmalı) ulaştıklarına inanılır. Spiritüel incelemeler, eril psişesindeki daha kaba unsurları ortadan kaldırma eğilimi gösterdiğinden ve daha dişil, daha zarif, daha az maço görünümlü bir eğilime denk geldiğinden; bu tanım, onların varlığına inanmayı seçenler için, Kristal İnsanlara mükemmel şekilde uymaktadır.
Benim görüşüm; tüm bu kişiliklerin, Siriusyen' sistemin yıldızsal logoi' sinin (rehber zeka) enerjilerinin bir tezahürü oldukları yolunda; biri aslangil bir cephe, diğeri de son derece evrimleşmiş hominid bir nüans taşıyor. Yönetimleri altındaki bir gezegende hangi evrim izlerinin geçerli olacağı konusunda da bu tabiat nüansları,. belirleyici faktörü oluşturuyorlar. Ancak bütün bunların da, sadece mantık yürütme olduğunu ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu, ancak zamanın gösterebilecegini de belirtmeliyim.
Ben özellikle Mısır' dan gelen mektubun son paragrafından etkilendim. Burada "insanların kurnazlık ve kolay aldanabilirliklerinin, çevrelerindeki bütün yaşam formları için yaratabileceği tehlikeler" söz konusu ediliyordu. "Ra' nın denetimleri" ve kızı için tanrılara şükürler olsun; umarım biz Geb ya da Gaia' nın ya da gezegenimize hangi kimliği veriyorsak, bedenini tahrip yolunda daha ileri gitmeden, onlar yeniden müdahale ederler.
Ölüler Kitabı genellikle Ra ve Osiris'ten bir ve aynı varlık olarak söz etmektedir ya da bu iki varlık, dünya tarihinin farklı dönemlerinde birçok görünüm arz ettiğine inanılan Hindu Vişnu örneğindeki gibi bir diğerinin enkarnasyonları olarak düşünülür. Eğer Ra ile Osiris ruh kardeşiyseler ya da aynı aileden geliyorsalar. o halde tıpkı Tefnut ve Şu ile Horus gibi, onlarda gök tanrılarıydılar.Ya da reenkanasyon bağlamında düşünecek olursak, yapılan imalar ' açık hale gelecektir: Her ilahın ruh parçaları, Bütünün tecrübesini taşımak üzere, fizik seviyede enkarnasyona girmektedir. Bu, hem Atlantis hem de Mısır hanedanlarının kurucuları olan İsis ve Osiris için de geçerlidir ve onların "yüksek benlikleri", süreci Sirrus'taki yerleşimlerinden izlemektedir.
Ancak hem Atlantis kuramını denkleyen hem de Mısir ve Dogonların dünya dışı ziyaret inancını doğrulayan bir başka olası açıklama daha bulunmaktadır. Atlantis'in batmasına yol açan Dünya'nın eksenindeki kayma öncesinde; Siriuslu ziyaretçilerin Atlantis anakarasından bazı kişileri aldıkları (İsis ve ailesi mi?) ve onları, Kaos donemi bitip tufan durulana kadar, araçlarında koruma altında tuttuklarını farz edelim. Sonra da onları Mısır topraklarına bırakmış olamazlar mı? Birçok Yeni çağ inananı da, gezegenimizi bekleyen olaylar esnasında; uzaylıların "kendilerinden" olanlara benzer bir hizmette bulunacaklarına inanmaktadırlar! Böyle bir yaklaşım birçoklarının mantığını zorlaya­bilecek olmakla birlikte, gerçeğin sık sık kurgudan çok daha garip olduğunu akılda tutmakta yarar vardır!
'Tanrıların" yönetimi, İsis'le Os iris' e dek gitmekle birlikte, Mısırlı dostlarımıza göre Şemsu-Hor çok daha sonraları gelmiş ve kendi kurallar kitabını oluşturmuştur. Genelde hakiki "tanrıların" doğrudan' halefleri olarak düşünülmekle birlikte, Atlantisli aristokratlarla Mısır'ın yerli halklarından meydana getirilen çiftler, burada, ülkelerinin M.Ö. 5000'lerde Kuzey Denizi'nde battığını öğrendiğimiz­ Frisian denizi halkıyla bağlantılı olarak da düşünülebilir. Atlantisli ataları gibi, onlar da uzun boylu, açık renk saçlı ve mavi gözlüdürler, Sonuçta, aslında birden fazla istilayla uğraşıyor olamaz mıyız? Neticede, Profesör Emery, M.Ö. 4. binlerin sonuna doğru gelen fatih aristokratların, o günkü Mısır gemilerinden tamamen farklı, yüksek pruvalı garip gemilerle geldiklerinden kesinlikle emindir. Emery, bu gemilerde bir Mezopotamya etkisi görmekle beraber; bu konularda hiç de uzman olmamama rağmen ben, tipik ıskan­dinavya gemilerini andırdıkları fikrindeyim (Bkz. Resim 14.2).
Created by Readiris, Copyright IRIS 2009  Created by Readiris, 
Copyright IRIS 2009 Created by Readiris, Copyright IRIS 2009  Created by Readiris, 
Copyright IRIS 2009
Resim 14.2- Geb-el-arak, bıçak kabzası, arkaik dönem.
Çok eski çağların bu ve diğer birçok bilmecesi, hala çözülmeyi beklemektedir...

Siriusyen Sistemi Tanrıçaları
Murry Hope
Gerek Mısır gerekse Dogon tradisyonları Sirius sistemindeki büyük mavi-beyaz yıldızın enerjilerinin baskın olarak dişil olduğunda ısrar ederler. Mısırlılar bu yıldızı İsis'le ilintilendirmişlerdir ve bunun gerekçesiz olduğu da söylenemez. Dijitaria ya da Sirius B ise, saklı tabiatı nedeniyle bazen İsis'in kız kardeşi olarak, yani Neftis şeklinde ele alınır; ancak daha önce de anlatılan nedenlede,Osiris'in "küresi" olarak tanımlanması çok daha yaygındır. Sirius C ya da Dogonların "Dişi-Süpürge darısına gelince, 1929 yılından beri astronomtarca görünmemiş olup gerçekten gizli olduğu söylenebilir.
Bu üçüncü yıldızın dişil tabiatı, Mısır panteonundaki başlıca tanrıçalardan birine ait olduğunu akla getirir ve akla ilk gelenler Neftis, Hathor ya da Sekhmet'tir. Hathor'un kadınların koruyucusu olduğunu hatırlamalıyız. En yakın arkadaşına gelince, tabi bu şekilde betimlenebilirse, cevval, kuvvetli ve atak Sekhmet'tir, aslan başlıdır ve aynı zaman da Şu'nun ikiz kız kardeşi Tefnut ya da Ptolemeler döneminde tapınımı artan müzik, dans ve neşe tanrıçası zarif  Bast'la bir olduğu da söylenir.
Peki, Gizli Olan Neftis' in' aynı zamanda Uyku Tanrıçasını simgelemesine ne demeli? Bazen İsis'in arkadaşı ya da karanlık tarafı olarak görülür; ancak her iki ilaheyle de yıllarca çalıştıktan sonra ikisinin çok farklı arşetipler olduğu konusunda ikna oldum.
Çift kutuplu, bağlamda İsis dışa dönüktür; pek çok kadının anlayabileceği sevinç ve üzüntüleriyle, sevgi dolu bir annedir. Neftis ise esas olarak içe dönüktür; şuur dışının derin sularım idare eder, Ay'ın karanlık yüzüdür. Ne İsis, ne de Neftis'in Ay'la bir ilgileri olmadığını düşünüyorum, en azından böyle doğrudan bir bağlantı yoktur; mantık Neftis'in çok uygun bir biçimde Sirius C'yi simgeleyebileceğini söylemektedir.
İncelemeye değer olan Neftis arşetipiyle ilgili çok da­ha ilginç gerçekler vardır. Söz gelimi, aslında bir su tanrıçasıdır; .. Neptün'ün dişi1 cephesidir ve bu şekilde duyguları yönetir ve insanin haletleriyle yakından ilgilidir. Geleneksel unsur sınıflamalarına göre, Homo sapiens bir tür olarak, su unsuru tarafından yönetilir. Peygamber Ezekiel, vizyonunda bir aslan, bir kartal, bir öküz ve bir insan görmüştü; bu varlıklar sırasıyla ateş, hava, toprak ve suya karşılık geliyorlardı; Horus'un dört oğlundan biri de insan başlıydı, Sümer sanatında aslan, kartal ve öküz vardır; öküzün sırtı­na bir tavus kuşu çıkmıştır. Tavus kuşu, geleneksel olarak, insanı da temsil eden gurur sembolüdür.
Neftis isminin türevIerinin bôbreklerle ilgili hastalıklarda karşımıza çıkması da raslantı değildir. Nefrit buna örnek verilebilir. Dadım böbrek sistemine "su işleri" derdi ve tıbbi astroloji çalışmalarım sırasında, bir doğum haritasında Neptün'ün konumunun, böbreklerin iyi çalışıp çalışmaması üzerinde etkileri olduğunu gördüm. Derin şuurdışını ilgilendiren heyecansal bazı sorunlar da boşaltım-böbrek sistemi vasıtasıyla bedeni etkilemişe benziyorlar. Bu da, Neftis arşetipiyle uygun titreşen bazılarımızın, neden kökleri derinde yer alan travmalara özel bir ilgi göstermeleri ve bunları mümkün olan her zaman dışarı atmaları gerektiğini kısmen . ortaya koyuyor. Çiğ/kırağı ve çisilti tanrıçası olan Tefnut'un da su ile ilgili olduğu elbette söylenebilir. Ancak bu da, sonraki arşetiplerin, aynı tezahür etmiş, ilke lerin daha önceki versiyonları üzerine yerleştirildiği önermesini desteklemektedir.
Neftis arşetipinin temsil ettiği, insan psikolojik yapısının başka bir cephesi de Gölge' dir. Buna, saklı olan, gizlenmiş olan da diyebiliriz. Her ne kadar spiritüel güneşin parlak ışınları, Gölge'nin panzehiri olarak.düşünülse de, güneşin olmadığı yerde gölge de olmayacaktır. Çünki binaların, insanların, ağaçların, dağların, kısacası yeryüzüne mahsus her şeyin gölgeler meydana getirdiğini, en parlak ve güneşli günlerde müşahade ederiz. Bu hem Işık hem de Gölgenin, madde dediğimiz, atomik/moleküler yapıyla ilgili senaryoların, ya da yeryüzü tecrübelerinin esaslı bir parçası olduklarına işaret eder. İlk öğretmenim şöyle derdi: Gayet yüksek bir yerlere çıkacak olursanız, sadece güzel bahçeleri nehirler ve ağaçlar görmekle yetinemezsiniz; çünki görüşünüze takılacak çok daha az hoşlukta cepheler de mevcuttur; bunlardan kaçınamazsınız. Kent üzerinde bir jet uçağıyla gezinti, harika güzellikte belediye parklarını elbe'tte içerir; ancak bacalar, sanayi artıkları, gecekondu mahalleleri ve panoramanın çok daha az sağlıklı bölgeleri de a1tınızda uzanan kabartılara mecburen dahil olacaktır.
İsis arşetipi, başlangıçta zannedileceğinden kat be kat teferruatlıdır. Bir bakıma yumuşak, sevecen İsis, arşetip bir ana olarak düşünülebilir ancak Bakire Meryem' den farklı olarak aynı zamanda eşsiz bir tanrıçadır; kurnaz oyunlarla Ra' dan isminin sırrını (kişisel soniği) alışını hatırlayın. Üçlü Tanrıça bağlarını Sothis, Satis ve Anukis- İsis'in üç Siriusyen cephesidir.
Neticede bunların bize Sirius hakkında verdiği ipuçları olduğunu söyleyebilir miyiz? İsis.Osiris ve Neftis, üç Siriusyen yıldızın güneş deva'larını temsil eden arşetiplerdi.  Sirius B'nin çöküşü üzerine (Osiris'in daha yüksek ya da çok daha muteber bir frekansa yükselişi olarak ifadesini bulur) İsis,'gücünü oğulları olan Horus'un suretinde göstermeye başlar. Bir çoklarımızın inandığı gibi güneş siste­mimizin Sirius'tan tohum aldığı fikri; Sirius sisteminin de çok daha merkezi bir başka galaksideki bir yıldızdan tohum aldığı şeklinde bir öncüle imkan tanımaktadır. Yoksa asli yıldız Ra mıydı? İsis, sonik bilgisini "oradan" mı getirmişti ve Ra gözleri de, Ra' dan Osiris' e ve sonra da HOIUS' a olmak üzere nesilden nesile aktarılmakta mıydı? Ölüller Kitabı ve Piramit Metinleri sık sık Ra, Osiris ve Horus'u bir ve aynı birim olarak ya da bir diğerinin reenkarnasyonları olarak ele almaktadırlar. Belki de sadece Sirius'tan gelmiş, ya da bizim yıldızımızın ve uydularının tekamül ve gelişimin' deki yeri konusunda bilgi sahibi aydınlanmış bir grup varlığı kastediyorlardı:
Tanrısal ikizlere gelince, bunlar Heru-netç-hra-tef-f ve Heru-khent-an-maati'ydiler; ya da (diğerlerinin anlattığı üzere)'ilahı İkiz Tanrılarda vücut bulan ilahı Ruh, Ra'nın Ruhu ve Osiris' in Ruh' u idi; ya da diğerlerinin anlattığına göre, o, Şu' da vücut bulan ve Tefnut'ta vücut bulan ruhlardı; bunlar da Tattu' da vücut bulan çift ilahı Ruh demekte...
Bu bağlamda, Dijitaria ya da Sirius B'nin enerjileri Horus' a geçmiş gözüyle bakılabilirdi. Ancak İsis kozmik dramasının son kısmının bugün de sahnelenmekte olduğunu kabul eğiliminde olduğumuza göre, oyuncular hala Kaos diktatörlüğüne karşı Doğruluk tacını hakim kılmak için çarpışa dursunlar, Horus çağı daha başlamadı! İlginç biçimde Set (Kaos) ile Horus (Düzen) arasındaki müsabakanın hakemi Tot (Zaman) 'mitos ve efsanenin gizlediği sırlar açıldıkça, Siriusyen kehanet de yeni ve çok daha anlaşılır bir anlam kazanmaya başlıyor.
Ancak İsis-Osiris-Neftis'in Sirius yıldızlarıyla ilintileri dirilmesinin alternatifleri de yok değil; Sekhmet/Hat­hor / Ra bunlardan birini oluşturuyor, Sekhmet Sirius A'ya karşılık geliyor; Ra, Sirius B; Hathor ise Mısır Kadınının geleneksel koruyucusudur ve Dişi-Süpürge dansı'na (Sirius C) karşılık geliyor. Efsanenin değinmediği bir şey, yaşlı tanrının, kız kardeşinin mani olduğu bir düşman saldırısı sonrasında yüksek bir plana (farklı ve daha süptil bir dalga boyu mu?) çekildiğidir, Bugün kabul edilen bilimsel düşünüşe göre, san bir yıldızın bir beyaz cüceye dönüşümü sırasında, Sirius B'nin yaşadığı da budur, bakın şunlar oluyor:
1) Esas safha; yani bizim güneşimizin bulunduğu aşama,
2) Bir "Kırmızı Dev" e dönüşme, açılma,
3) Ufuksal bir dal oluşturacak şekilde büzülme,
4) Kırmızı bir süper deve dönüşme, yayılma ve bu genişlemiş kabuğun gezegensel bir nebulaya dönüşmesi,
5) Bir beyaz cüce olmak üzere büzülme. 4. aşama, yörüngeyi çevreleyen dev bir yılanı; Ra'yı rahatsız eden ve nihayet kız kardeşi Bastya da Sekhmet tarafından bertaraf edilen Abeb'i hatırlatmıyor mu?
Birbaşka opsiyon ise Ra'yı Amon, "saklı olan" şeklinde takdim eder; bu denklemede Ra Sirius B'yi, çocukları Şu ve Tefnut ise sırasıyla Sirius A ve Sirius C'yi temsil ederler. Gerçekten de Amon, Amen ya da Amun ismi, Dogonların kullandığı 'Amma"ya. çok yakındır. Dogonların Amma'nın oğlu olan Nommo'nun (eğitmen), tıpkı İsis'in oğlu Horus gibi, dünyanın gelecekteki kurtuluşuyla alakalı olduğuna inanılır. Esrar derinleşiyor mu, ne dersiniz? Hayır, bu fikirde değilim. Çünki sonraki Atlantis sonrası nesillerin, tıpatıp aynı olan arşetiplere farklı terminolojiler verdiklerini düşünüyorum.
Eski Mısır metinlerinde Khei-Khei ya da "Çift Ateş" olarak geçen bir kavram vardır;İsis ve Neftis'le temsil edilmek üzere, sırasıyla "Katılaşma Ateşi" ve "Dağıtma Ateşi" olarak anılır. Dağıtma ateşinin ne kadar etkin olduğunu  bizzat teyit edebilirim çünki şiddet uygulamaya niyetli bir kalabalığı dağıtmamı sağladı. Sonuçta, eski Mısır'ın verdiği bu ders; her ne kadar, geride kalan hayatların enerjilerinin dağılıp (Neftis), yeniden doğuş sürecinde katılaştığı (İsis) Altdünya ya da Seşet boyunca bir yolculuk olarak düşünülse dahi, içinde sakladığı apaçık çağrışımlar başlı başına okült bir esrar niteliğindedir! Eski Siriusyen geleneğin rahipleri için,ezoterik sırlarını gizlemeleri hususunda "akıllı" kelimesi dahi az kalıyor; bu metinler o şekilde tanzim edilmişler ki, bazı bilgiler, ancak hazır olanlar tarafından okunduğunda, çok daha yüksek frekanslardan değerlendirilip anlaşılabiliyorlar. Birçok kişinin korku ya da arzu tabiatı vasıtasıyla harekete geçtiğini biliyorlardı; aydınlanmamış olanlar bu ifadeleri hep bu bağlamda yorumluyorlardı; bu hep bu şekilde gelişe geIdi. İsis ve Neftis esrarları için de ya hayat sonrası yahut ölüm akla geldi; ya da çok daha dünyevi arzu tabiatı yönünde yorumlar yapıldı. Böylece beşeri psikolojik şartlarla ilgili bilgiler bir yana atılmamış oldu; bedenin sunabileceklerinin, dünya kazanımlarının ve mezarın ötesinde neler olduğu korkusunun ötesine bakmasını bilen gerçek inisiyeler, sadece onlar, asıl bilgiye ulaşabileceklerdi.
Neftis Gölgesi ya da dağıtma fenomeni; alt benlik ya da kaotik benlikle karıştırılmamalıdır, onu Set temsil eder. "İçimizdeki Set"le meşguliyet başlı başına bir konudur ve ilerki bir bölümde tartışılacaktır. Abis' e ya da ölüler diyarı bölgelerine gelince, her çeşit metafizik çalışma tarzı için bu esastır çünki evren sadece tatlılık ve ışıktan ibaret değildir ve er ya da geç, kendi enerjileriyle hiç de uyumlu olmayan enerjilerle karşılaşmak durumunda kalır. Bu durumda ya fikir alışverişine girilir ya da adil ve merhametli bir çizgide tavır takınılır.
Mısır /Siriusyen ilahlarıyla diyaloğa girmek, dolayısıyla temsil ettikleri arşetipleri (Ben'in cephelerini) tanımak, Siriusyen konsantrasyon uygulamasının esaslı bir kısmıdır. Hangi ilahın hangi cepheleriyle temas edileceği, inisiye adayının şahsiyetine hakim arşetiple doğal olarak yakından ilgilidir. Her iki Cinsten daha ziyade anaç varlıklar, anaç İsis enerjilerini cezbetme eğilimindedirler. Diğerleri için kraliçe tarafı, sosyal şuurluIuğu ya da majik güçleri öne çıkar. Aynı 'şey Neftis ile ilgili olarak da geçerlidir, ancak "Saklı olan" cephesine, ifşa eden kimliğine hitaben yönelecek olanlar, istedikleri bilginin kavrayabileceklerinden fazla olmamasına dikkat etmelidirler; Siriusyen konsantrasyon uygulaması sigortalarınızı kolayca attırabilecek bir çalışmadır! İfşa edene yönelik çalışmaları sonucu ektiklerini biçen tanıdığım kişilerle ilgili saçlarınızı diken diken edecek bazı hikayeler anlatabilirim. Sol beyinleri şoku rasyonalize edecek şekilde programlanmamıştı. Ya da Gurdjieffin ifadesiyle "tamponları, etkiyi karşılamak için yeterince yağlanmamıştı!" .
Bu bölümde sadece İsis ve Neftis ile ilgilendim; Osiris, Horus ve Set' ten daha sonra söz edeceğim. Sorulması gereken bir soru kaldı: üçüncü ya da Neftis yıldız, Sirius C ya da Dişi-Süpürgedarısı etrafında yörüngede olduğu söylenen gezegenle ilgili neler söyleyebiliriz? İlk akla gelen Anubis oluyor. Anubis, Neftis'in Osiris'ten olan oğlu ve bu bağlamda mantıklı düşüyor. Ben bu gezegende oturan varlık­ların köpek bedeni kullandıkları fikrinde değilim; bu varIıkların hominid olduklarını düşünme eğilimindeyim (bu uygarlık artık var olmayabilir, elbette); ayrıca çok da güzel olmalılar. Çünki gezegene "kadınlar gezegeni". denilmiş; görünüşle İlgili kabasabalıklar da türümüzün erkek üyelerine mahsus olduğuna göre! Bir de Osiris güneşi olan Sirius B'nin, bir zamanlar aslan bedeni kullanan varlıkların yaşadığı bir gezegeni olduğunu düşünüyorum. Osiris'in hayvanı hep aslan olmuştur. Hermes Trimegietus'lesı Osiris'i betimleyen bir alıntı yapacak olursak:
Ona (Horus'a, oğluna) Görünmez' den çıkıp geldi; onun vasıtasıyla vazife yaptı ve onu (Set' e karşı) mücadele için eğitti. Sonra ona şu imtihan sualini yöneltti:" Sence en güzel amel nedir?" Cevap şu şekildeydi:"Babam ve anam dara düştüğünde, onlara yardım etmektir. "Sonra bir soru daha sordu:" Savaşa gidenler için en faydalı hayvan sence hangisidir?"
Horus, "At" cevabını verince de pek şaşırdı; "Aslan" değil de 1/ At" demesi, onu hayli hayrete düşünmüştü.
Horus' un şu şekilde cevabını tamamladığı nakledilir: 1/ Aslan" yardım istemek için fevkalade önemlidir, fakat At" kaçan düşmanı dağıtır ve onu toz duman eder, tüketir.
Ölüler Kitabı ve diğer kadim metinlerde, attan pek bahsedilmemekle birlikte, ezoterik kaynaklar atı, Horus'un kutsal hayvanı şeklinde tanıma eğilimindedirler. ileride Keltler tarafından da yüceltilecek beyaz at, özellikle önemlidir. Ölüler Kitabı'nda Osiris'le bağlantılı olmak üzere, "Aslan-tarın"ya birçok gönderme vardır; doğrusu, hepsini sayamayacağımız denli çoktular. Ben özellikle xxvIII. Bölümdeki kıtayı sevdim; kalbin korunumuyla ilgili olup, ağağıda Resim 9.1 de yer alan süslemeyle birlikte verilmiştir.
Kükre, ey sen, Aslan-tanrı! Ben ki Çalı Çiçeğiyim (Unb). Tanrısal kalıplardan nefret ederim. İzin verme, kalbimi (hati) benden çıkarmasınlar. . . Kükre, sen ki Osiris'in sargılarını nefesinle açtın; sen ki Set' i görmüşsün.!
Created by Readiris, Copyright IRIS 2009  Created by Readiris, 
Copyright IRIS 2009
Resim 9.1
Epagomenal Naterlerleilgili önemli gizemlerden biri de İsis'in hamile kalmasıdır; çünki bütün Osiris draması bu olayın etrafında döner. Eğer İsis'in hakikaten Osiris'ten ruhu bedenini terk edip yüksek bir plana çıktıktan sonra hamile kaldığına inanırsak, bu, tanrıçayı, mucizevi bir biçimde hamile kalan diğer annelerle aynı kategoriye koyacaktır. Bu anneler, sonra, dünyayı 'kurtaran birer çocuk doğururlar. Tahta fallus bahsinin, sonradan, bir kadının eril öğenin yardımı olmadan çocuk doğurabileceğine aklı ermeyenlerce eklendiği düşüncesindeyim,' Tot'un hekausu ve Isis'in kullandığı pratik yöntemler ise metafizik bakımdan çok daha anlamlılar. Ve burada zamanla ilgili göndermeler de olduğuna göre, tek bir olaydan ziyade bir hanedanla ilgili aktarımlar da pekala söz konusu olabilir. Aslında, Osiris-Neftis bölümünün kolaylıkla prensipler şeklinde. tercüme edilebileceğini görmüştük. Neden aynı şeyi İsis ve Osiris konusunda yapmak mümkün olmasın?
Beş epagomenaI Neterin doğuş sıraları da bir muamma sergiler. Budge, Nut'un (gökyüzü) çocuklarının aynı yerde ya da aynı gün doğmadıklarını nakleder. Birinci gün Osiris'in doğumu gerçekleşir; ikinci gün Horus doğar; üçüncü gün Set'e aittir; dördüncü gün Isis'in, beşinci gün de Neftis'in doğum günleridir: Artık günlerin birinci, üçüncü ve beşinci günleri talihsiz kabul edilir. İkinci gün, ne iyi ne de kötü şeklinde tanımlanmıştır; dördüncü gün ise u gök ve yerin güzel bayramı" dır". Böylece Osiris, Set ve Neftis'in günleri ve dolayısıyla bu ilahlar da talihsiz çağrışımlar taşırlar. Horus pek tanınmaz ve bu nedenle hakkında pek fikir de yürütülmez, İsis ise herkes tarafından çok sevilir. Bu ilahların birer bireyden çok, birer çağı temsil ettikleri kozmolojik bir dramayla karşı karşıya olamaz mıyız? (Bu durumda İsis, Başak Zodyak çağına karşılık gelir.)
Horus da bizim güneş sistemimiz ile Sirius Güneşi arasındaki doğrudan bağlantıyı ifade ediyor olabilir; bu durumda doğumuyla ilgili çelişkili mitoslar da aydınlığa kavuşur1ar: (a)Horus, Osiris'inkini izleyen ikinci artık günde dünyaya gelir ve (b) İsis'in "göklerden" ya da başka bir yerlerden hamile kalması sonucu doğan oğludur. Dünyamız, tohumu Osiris'ten (Sirius B) gelmek üzere İsis'in oğlu, Horus'u temsil ediyor olamaz mı? Eğer durum buysa, Set (Kaos) de Horus'un (Düzen) imtihan alanı olacaktır. İsis'in oğlu babasının tahtına yükselmeden, yani bir güneş sisteminin mesuliyetini üstlenmeden önce, bu mücadeleyi vermek zorundadır. Mitoslar, Horus'un bir dönem yaşayacağından bile kuşku duyulan hastalıklı birçocuk olduğunu yazarlar. Dünyamız/Horus benzetmesi bağlamında, belki de bir tür olarak Homo sapiens, yaşayıp yaşamayacağı hala şüpheli olan bu hastalıklı bebeği simgelemektedir.
İsis;Büyük Ana ya da Kreatriks rolünü üstlenir ve kocas ı Osiris' den (çökmesi öncesinde Sirius B) tohum alır. Bunun metafizik bir anlamı olması gerekir ve doğal olarak Sirius sistemindeki bütün enkarne varlıkları, yeryüzündeki "akrabalarına" bağlar. Efsane, Horus ve Set nihayet savaşa tutuştuklarında, Horus'un Kozmik Yasayla sınırlı silahları kullanmakla yetindiğini ancak Set'in Işık Tanrısı'nı yıkmak için her çeşit hileye başvurduğunu yazar. Bu durum yeryüzundeki insanlar için de aynıdır: İnce, düşünceli ve muteber kişiler (Horus halkı) sadece meşru bir nedenle ya da evlerini, vatanlarını savunmak için savaşırlar; Set' e bağlı olanlarsa kötü amaçlarına ulaşmak için hiçbir yolu kullanmaktan çekinmezler.
Geçtiğimiz tarihlerde, Durham Üniversitesinden Profesör Richard Ellis ve meslektaşları, konumuzla ilgili olabilecek, kainatın oluşumuyla ilgili bazı bilgiler yayınladılar. Ellis, farklı kaynaklardan yayınlanan ışıkları eşzamanlı olarak ölçebilen bir fibro-optik tarayıcı geliştirmişti. Niyeti bu aygıt yardımıyla üç boyutlu bir galaksi haritası meydana getirmekti. İlk denemelerin sonucu gerçek bir şok yarattı. Daha önceki çalışmalar galaksilerin salkımlar halinde olduklarını gösteriyordu. Bu nedenle ışık dağılımının da yumuşak olması ya da kesin bir matematik modele uyması beklenmemekteydi. Yeni aygıt, bu salkımların: her biri yaklaşık 400' er milyon ışık yılı tutan düzenli aralıklar sergilediklerini ve dar bir evren konisi boyunca muntazam bir biçimde dağılmış olduklarını gösterince,araştırmacılar büyük bir şaşkınlık yaşadılar. Bu sonuçlar şu anlama geliyordu: Evren pekala düzenli olarak birbirini tekrar eden galaktik hücrelerden oluşan dev bir bal peteği olabilirdi!
Bugün elimizde bulunan ve kabul gören hiçbir teori, bu şekilde periyodik olarak kendini tekrarlayan bir model ön görmemektedir. Bu durum "dev bir beyin" fikrini yeniden hatırlatır; yani tüm yaşam etkinliklerinin yaradılışı raslantısal bir iş değildir; her şeyin ötesinde ve ardında gerçekten de bir "süper zihin" vardır! Bütün bu bilgiler ışığında Sirius kavramı ve galaksinin bizimle aynı bölgesinde yer alan yıldızların, yerli enerjiler ya da Özlerin yaşam siklusları ve tekamülü üzerinde net bir etkisinin olduğu fikri kolayca kabul edilebilmektedir.
Şimdi baş döndürücü galaktik zirveleri bir süre için bir yana bırakıp, yeniden kendi dünyamıza dönelim. Yüzyıllar içinde İsİs' e birçok mistik tören ve gizem atfedilmiştir. Bunlardan en iyi bilinenlerinden biri, Peçeyle ilgili olandır. Peçenin ardında ne olduğu konusunda dev bir gizlilik sergilendiği için, biz de İsis gizemleri konusuna girdiğimizden. bu kıymetli sırların Sirius çağrışımları taşıyıp taşımadığına bakmak doğru olmaz mı? Neden olmasın?
İlk şaşkınlığımız, aslında böyle bir Peçenin olmadığını anladığımızda ortaya çıkar; bu sadece ruh yaşlarına ya .da inisiyatik olarak bulundukları noktaya göre farklılıklar' gösteren kişiler tarafından uydurulmuş bir şeydir. Tüm diğer Mısır gizemleri için doğru olan şey, İsis'in Peçesi için de geçerlidir; Peçenin ardında yatan gerçekler pek çok farklı seviyede algılanabilir. Aslında bugün bilinenlerin de ötesinde anlamlar olması muhtemeldir. Bende çağrıştırdığı ilk şey, en son genetik araştırmaların, dişil XX kromozomunun eri! XY kromozomundan çok daha büyük sıklıkta görüldüğü gerçeğidir. XY'nin kendini ifade imkanı çok daha sınırlıdır. Bu sıklık oranlarının hangi özel dişil yeteneklere karşılık geldiğini açıklayan bilimsel bir makaleye bugüne dek rastlamış değilim. Ancak adaptasyon kabiliyeti ve dişilere has sezgi olarak bilinen özelliklerin, bu çerçevede ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Elbette yanılmam da mümkündür.
Ezoterik olarak bu konular Kreatriks moduna, yani İsis' e karşılık gelir. Eğer bizim güneş sistemimizin Kreatriksi (Dişil Yaratıcı) aslında Sirius yıldızı vasfıyla İsis ise, bu durumda bizim güneşimizin de dişil ağırlık taşıması gerekecektir. Ben bundan hep kuşkulanmışımdır. Eski Mısır'da Ay' a hep eril bir kişilik atfedilir; hem Ra hem de Horus, güneşle ilgili olarak ele alınırlar. Osiris ise tıpkı Tot ya da Khonsu gibi kesinlikle Ay ile bağlantılıdır. Dünyanın' diğer birçok panteon geleneğindeki anlayışlara karşıt olarak, Mısırlılar, gezegenimizi Geb'in eril. biçimi olarak ele alırlar. Belki de onlar bizim bilmediğimiz bazı bilgilere sahiptiler mi dersiniz?
Lütfen, bu konuları cinsler arasında daha yakın bağlantılar kurmak ya da cinsel ayırımcılık amacıyla ortaya attığım sanılmasın, genelde "Kadınlar Gizemleri" olarak bilinen bu konulara girmemin nedeni bu değil. Halk törenlerinde, cinsler arasında bir eşitlik ya da anima-animus dengesi bulunduğu durumlarda, bir Siriusyen karakter gözlemek mümkündür. İsis Işınını anlamanın bir kısmı da onun ezoterik yönlerini anlamaktan geçiyor. Bu ezoterik cephe, arşetip anaç rolden bir hayli farklıdır. Aslında Siriusyen yeteneğin günümüzde sadece kadınlar tarafından taşınan çok özel bir genetik kodlamayla aktarılıyor olması bile muhtemeldir.Başka bir deyişle, Siriusyen Gen -eğer böyle bir şey varsa- anne tarafından aktarılıyor olabilir, demek istiyorum.
İsis'in Peçesi konusunda çok daha açık seçik bazı yorumlar da vardır. Bu yorumlar; kaba düzlemlerden çok daha süptil ya da ince alanlara doğru devam edip gidiyorlar. Bazı gerçekler sadece İsis gizemlerine inisiye olanlara veriliyor. Romalı filozof ve hiciv yazan Apuleius'un Metamor­fozlar adlı kitabında bunlara bir örnek veriliyor. Apuleius, yaklaşık olarak M.S.12S-180 yıllan arasında yaşamıştır. Kitabındaki bir hikayede, Lucius, İsis'e "anlamsız örtüsünden" kendisini kurtarması için yalvarır. (Burada, alt benlik ya da arzu karakterli bir şeyin söz konusu olması mümkün müdür?) Hikaye birçok otorite tarafından otobiyografik olarak düşünülmüştür, İsis'in Peçesi farklı kişilere farklı şeyler ifade edebilmektedir. Bu durum, en çok kişisel düzeyde karşımıza çıkar. İfadeleri sadece mistik anlamda yorumlamak yanlış olur. Ben de Atlantis ya da Mısır /Siriusyen simgelerin en derin ezoterik ya da soyut anlamlardan en pratik olanlara kadar, eksiksiz bir anlam genişliği sergilediğini çabuk anladım. Sirius'la ilgili olarak, İsis'in Peçesi çok daha kozmolojik bir anlam taşır ve dişil prensibin Kreatriks cephesiyle ilgili gibidir. Bu anlam hem Sirius sistemi hem de bizim güneş sistemimiz için geçerli olabilecektir.
İsis tapınımı, Mısır'ın dünya düzenindeki önemli yeri­ni kaybetmesinden çok sonra da devam etti. Isis in the Gra­eco-Roman World (Greko-Romen Dünyada İsis) adlı kitabın yazan olan Dr.R.E.Witt, 1380 no'lu Oxyrhy'nchus papirüsünden Oxyrhynchus duasını alıntılar. Bu, Isis'i şanlandı­ran bir çeşit Mısır şükran ilahisidir: Hristiyanlıktaki Te Deum'a benzer. İsis'in Memfis bölgesiyle olan ilgisi vurgulanır. Witt, bu duayı, 18. Hanedan firavunu Akhenaton' a (Amenofis IV) atfedilen Güneşe
İlahi (Hymn to the Sun) ile karşılaştırır ve şu yorumu yapar:
İsis kendini güneş diskiyle eşkoşmaz. Ancak, güneşin güzergahını bizzat tespit ettiğini ve bu yolda ona refakat ettiğini söyler. O, güneş ışınlarında mevcuttur. Aton'un, her biri kendi dili­ni konuşmak üzere, insanları farklı gruplara ayırması gibi, İsis de Grek ve Grek olmayan lehçeleri ayırmıştır. Aten'in ışınları, Büyük Okyanus'un ortasındadır: O parladığı zaman, gemiler akış boyunca ve akışın aksi istikametindeki seyir yollarını açık bulurlar. Böylece İsis, gemiciiiğe, nehirlere, rüzgarlara've denize hükmeder?
Witt, İsİs' in güneş ve yıldızlarla ilgili bağlantıları konusunda başkaca kanıtlar da sunar. Bu kanıtlar, tanrıçaya atfedilen Ay tabiatıyla uyumlu değildir. Lucius'tan alıntılar yapar. Lucius'un, büyük ihtimalle, İsis biçiminde dişil prensibin tapınımını seçmiş kişilerin onayladığı şeyler yazmış olduğunu söyler:        .
Sen, insan ırkının kutsal ve ebedi kurtarıcısısın ... Yukarıdaki kuvvetlerin tapındığı ve aşağıdaki kuvvetlerin saydığı sen, yeri yörüngesine yerleştirmiş olansın; güneşin ışığının kaynağı ve Evrenin yöneticisisin. Yıldızlar sana boyun eğer; mevsimler seninle geri döner; Sen tanrıların neşesi, unsurların hanım efendiisin. Rüzgarlar senin buyruğunla eser; yağmurlar rızk taşır, tohumlar kök salar ve çiçek açan bitkilere dönüşür.
Bu ifadeler, Nil Deltasının hanedanlar öncesi kabileleri arasında ortaya çıktığı kabul edilen anaç bir ilahenin soluk gölgesinden çok, bir Siriusyen tanrıçaya yakışırlar! İsis'i Ay'la ilgili olarak düşünmek, çok büyük bir okült hata olmaktadır. Gözlerimizi dikkatle açacak olursak, İsis'in dört erkek kardeşinden çok daha geniş ve kapsamlı kozmik bir bağlantıya sahip olduğunu görürüz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder