Aslan Kudreti
Murry Hope
Murry Hope
Sirius'la kedigiller
türü arasındaki bağlantı ilk bakışta garip gözükmekle beraber, eski
Mısır tarih ve geleneklerine tamamen yüzeysel bir düzeyde dahi
bakacak olsak, Kedi ve Aslangillere verilen önemin çarpıcı biçimde
açık olduğunu görürüz. Siriusyen konsantrasyon uygulamasıyla doğrudan
ilgilenmeye başlamadan önce bunun nedenini keşfetmem mümkün olmadı;
aradığım diğer kanıtlar ise, bize antik devirden süzülüp gelmiş
Ölüler Kitabı, Piramit Metinleri ve diğer kadim mesajlarda
bulunmaktaydı.
Aslında, aslan
teması, Mısır karakteriyle sınırlı değildir; Hindu tanrısı Vişnu'nun
dôrdüncü enkarnasyonu Aslan Adam ya da sarımsı kahve renkte olandır;
aslanlar diğer uzun zamandan beri kayıp kültürlerin din ve
inançlarında M.Ö. 35.000'lerden beri takip edilebilirler (Bkz. "Köken
ve Anormallikler" adlı bölüm) Tüm bu aslan referanslarında Siriusyen
imalar bulunur; çünki eskileri aslan arşetipine bu kadar büyük önem
vermeye sevk eden şey, sadece aslanın güç ve cesareti değildi; bu
özellikle arşetipin ezoterik seviyelerinde önem kazanır.
Biz dünyalılar
bakımından bu arşetipin önemi, bir başka zaman boyutunda; Sirius
bileşkesinde bir aslansı ırkın yaşadığı ya da yaşamakta olduğu
fikrini kabul edip etmememize bağlı değildir. İçinde yaşadığımız
güneş sisteminin gelişim ve büyümesinden sorumlu Siriusyen atalarından
miras kalan genler vasıtasıyla titreşen çok daha derin bazı anlamlar
bulunmaktadır. Profesör Hoyle'un panspermia teorisine göre yeryüzünde
muhtemelen başkaca yıldız etkileri söz konusudur; bunlar şahsi, grupsal
ya da ırksal genetik kodlar vasıtasıyla tezahür ederler; ancak
Sirius geni taşıyanlarımız bakımından kedi-aslan-kristal genetik
çağrısı, en kuvvetlisi olacaktır.'
Eski Mısır bize
aslan arşetipi ve gezegenimizi etkilediği hususi yollar konusunda
birkaç potansiyel ipucu vermektedir. Bu ipuçları, hiçbir yerde
tanrıça Sekhmet'in şahsiyet ve işlevlerinde olduğu kadar açık seçik
değildir. Sekhmet arşetipinin yavaşça kolektif şuur dışına nüfuz edişi,
bugüne dek bu çeşit semboloji ve çalışmalarla ilgilenmemiş kişilerin
Sekhmet gizemlerinin farkına varışlarıyla kanıtlanabilir. Ünlü
Amerikan psikoloğu Dr. Robert Masters, en çok seksoloji konusundaki
öncü çalışmalarıyla tanınıyordu. Kendisi, 1988 yılında yayınlanan Tanrıça
Sekhmet adlı kitabıyla Sekhmet ethosuna önemli bir katkıda
bulundu. Kitabının giriş bölümünde, Masters şöyle diyor:
Son on beş yıl
içinde, çok sayıda kişinin, farklı seviyelerde Tanrıça Sekhmet olarak
dile getirdikleri tecrübeler yaşamasına katkım oldu. Bu tanrıça,
bilgiler aktardıı şifa verdi, koruma faaliyetlerinde bulundu; ödüller
ve cezalar verdi. Bu konuyla ilgili fenomenleri ve bu çalışmaların
sonuçlarını, Mısır tarihi uzmanı, arkeolog, antropolog, parapsikolog,
açık fikirli psikiyatrist ve psikologlar, filozoflar, maji, mitos ve
din otoriteleri ve çeşitli geçmişlere sahip kişilerle tartıştım ve
genellikle son derece ciddiye alındım. Sekhmet' in çağdaş tezahürleri
sayesinde hayatlar değişti ve bazen de derin değişimler yaşandı. Bir
isim listesi vermeden tüm bu kişilere teşekkür ederim; özellikle de
benimle, Tanrıça Sekhmet Alemlerinin en teşekküllü ve yoğun
tecrübelerini fiilen ve derhal paylaşmış olanlara
müteşekkirim.
Bunlara örnek
teşkil eden bir yardımlaşmayı, 1974' de yayınlanan, ve
editörlüğünü, hem dış hem de iç uzay kaşifi, Ay' a giden
altıncı adam ve eski astronot olan Edgar Mitchell' in yaptığı Psişik
Keşifler adlı kitabımda özetlediğimi eklemek istiyorum. Sekhmet'le
ilgili bu hususi müşterek tecrübe, yıllar içinde yaşadığımız diğer
tecrübeler gibi, bir başka dostum antropolog Margaret Mead için de
büyük önem taşıyordu; o da Sekhmet'le kendi kuvvetli
irtibatını geliştirdi?
Masters/ın Sekhmet'Ie
(ya da Sirius'la) kurduğu bağlantılar kitabın açılış paragrafında da
karşımıza çıkarlar:
... Ben de, tıpkı Il.Ramses gibi, "Sekhmei'ten doğma" olduğum inancındayım. Bu ifade, bir eski Mısırlı için, bugün şu ya da bu ilaheden "doğmuş olma" sözünden genelde anladığımız şeyden çok farklı bir şeydi. Burada dan doğma" dediğimizde, spiritüel boyutlarda kelimesi kelimesine doğru ve gerçek olan bir olayı kastetmektedir. Bu durumumu anlatabilmek için bir spiritüel özgeçmiş yazmam gerekecek bir gün (en ,azından kendim için) böyle bir özgeçmiş yazabilirim ancak o zaman neden böyle bir inanç beslediğim açık hale gelebilir?
... Ben de, tıpkı Il.Ramses gibi, "Sekhmei'ten doğma" olduğum inancındayım. Bu ifade, bir eski Mısırlı için, bugün şu ya da bu ilaheden "doğmuş olma" sözünden genelde anladığımız şeyden çok farklı bir şeydi. Burada dan doğma" dediğimizde, spiritüel boyutlarda kelimesi kelimesine doğru ve gerçek olan bir olayı kastetmektedir. Bu durumumu anlatabilmek için bir spiritüel özgeçmiş yazmam gerekecek bir gün (en ,azından kendim için) böyle bir özgeçmiş yazabilirim ancak o zaman neden böyle bir inanç beslediğim açık hale gelebilir?
Hayır, Dr.Masters,
siz ve dostlarınız yalnız sayılmazsınız. Aramızda, Sirius geni
taşıyan ve "Seİdunet'ten doğma" olan başkaları da var. British
Museum'da Sekhmet'in dörtlü heykel grubunu ilk kez gördüğümde,
bulundukları salonda bir yeniden düzenleme vardı ve heykeller bir çeşit
inşaat asansörüyle taşınıyorlardı. Geniş asansörün yükselişini bugün
bile hatırlıyorum; işte oradaydılar; bütün şanlarıyla karşımda
duruyorlardı. İçimde kadim bir hatıra titreşti ve derinden
etkilendim.
Ancak Mısır'la
ilgili her şey gibi, Sekhmet enerjileri de farklı seviyelerde düşünülüp
kullanılabilir. Yıkım ve Rejenerasyonun Savaşçı Tanrıçası olarak,
doğum ve yeniden doğumun sürekli kozmik devrinin esas bir öğesi
olarak görülür; bu, enerjilerin, farklı bir frekans ta yeniden
oluşumu için kaosta erimesidir; ancak İnceltici ateşleri sübjektif
spiritüel gelişme için de kullanılabilir. Dönüştürücü güçlerin de
bazı ilgi çekici imalar vardır; bunlar nükleer enerjiye
uygulandıklarında özellikle önem kazanırlar. Bizler için çok önemli
olan ışık ve ısıyı sağlayan Güneş'teki nükleer işlemler, fizyon değil
füzyon sebebiyle ortaya çıkarlar; hafif hidrojen atomlarının
çekirdekleri, tahayyül dahi edilemeyecek bir basınç ve sıcaklık
içinde erir ve helyumu meydana getirirler; helyum atomları da daha
sonra karbon ve diğer elementleri meydana getireceklerdir; tüm
canlılarin hücreleri bunlardan oluşmuştur.
Bu süreç, evrendeki
tüm yıldızlarda da gerçekleşir; onlar da tıpkı bireyler gibi, bir
dizi dönüşümden geçerler. Mitoloji, ateş yüklü Sekhmet'in neden,
özellikle bizim Güneşimize ait olduğu konusunda deliller sunmaz;
aslında şu anki kısıtlı anlayışımızIa kavrayabileceğimizden çok daha
fazla seviyede geçerli kozmik bir prensibi temsil etmektedir. Garip
biçimde, Sekhmet ile nükleer enerji arasındaki bu bağlantı, daha
şahsi bir seviyede başka anlamlar da taşımaktadır.
Bazı kişilerin
radyo aktivicteye çok daha dayanıklı olmalarının ardında, aşağıdakilerle
ilgili bir bağlantı var gibidir:
a) özel moleküler
yapıları,
b) kişisel sonikleri ya da
c) kişisel frekanslarını ne dereceye kadar hızlandırabileceğimiz; Üstatlar buna muhtemelen, süptil bedenleriyle müzakere derlerdi.
b) kişisel sonikleri ya da
c) kişisel frekanslarını ne dereceye kadar hızlandırabileceğimiz; Üstatlar buna muhtemelen, süptil bedenleriyle müzakere derlerdi.
Yıllardır bir
okültist ve şaman olarak çalıştıktan sonra, kişilerin, şahsi
enerjilerime veya çalışmayı tercih ettiğim dalga boylarına,ya şevkle
cevap Verdiklerini ya da bunlardan son derece rahatsız olduklarını
gördüm. Bir frekans hızlandırıldığında, bir başka ve belki de çok
daha az aşina olduğumuz bir dalga boyuna götürülmesinde de aynı şey söz
konusudur; gençliğimde buna "titreşimlerimi yükseltmek" diyordum.
Aslında bu "yüksek yerin" neresi olduğunu bilmiyordum; sadece bu
terimin çok daha süptil seviyelerle ilgili olduğu fikrindeydim. Hayli
acı tecrübelerle, o günden bu yana, kişinin çok daha aşina dalga
boylarından bir çok istikamette ayrılabileceğini öğrendim;
bunların hepsi spiritüel olarak kabul gören anlamda "yüksek"
değillerdir. Ozellikle elemantal alemlerle ilgili olanlar olmak üzere
bazı frekanslar diğerlerinden kesinlikle daha, radyoaktiftirler; ben
bazı öğrencileri en çok bunların etkilediğini düşünüyorum.
Bir dönem birlikte
çalışmak zorunda kaldığım iki kişi, Siriusyen enerjilerine 'tabi
tutulduklarında büyük bir huzursuzluk hissediyorlardı. Güvensiz
ölümlüler olarak, hepimiz; olaylar bizim isteklerimize göre
yürümedikleri zaman,kendi sınırlarımızı anlayıp kabul etmek yerine
hep suçlayacak birilerini ararız, Majik konularda bu, suçlayıcı
parmağımızı gruptaki bir başka kişiye ve hatta durumla hiç ilgisi
olmayan masum birilerine uzatmak şeklinde kendini gösterir; korku
sapanlarından majik yergi taşları fırlayı verir ve zavallı günah
keçisi, "çöle" terk ediliverir!
Bütün kedi ya da
aslan enerjilerinde olduğu gibi, Sekhmet frekansında da ateşle ilgili
bir şeyler vardır; bazı kişilerin uyum sağlaması mümkün olmaz ya da
parçalayıcı bir etki yaratır. Bu, kişinin doğru ya da yanlış değil,
sadece farklı olduğu anlamındadır. Bazı enerji tiplerinin elde
tutulmasının son derece güç olduğu fikrindeyim; belkiaşina
olunmayan enerjiler demek çok daha doğru olacaktır. Hiç birimiz
mükemmel değiliz; kimse her şeyi bilmiyor. Bu sadece pir kendini keşif
meselesi ve asl olan, kişinin spiritüel rahatlıkla kayabileceği özel
kozmik deliği bulabilmesi.
Bununla birlikte,
Mısır'ın tüm aslan ilahları böyle bir ateş karakteri sergilemezler;
Gök tanrı Şu' nun ikizi Tefnut, çiy, çisilti ve gökkuşağıyla alakalı
nazik bir tanndır; kedi tanrıça Bast ise, özünde bir aslan ilah
olarak bilinir ve şifa, müzik, sevinç ve mutlulukla ilgili neşeli bir
ilahtır. Bilinen en eski aslan tanrı Aker' dir; güneş tanrının her
sabah geçtiği seher kapısını onun koruduğuna inanılırdı. Piramit
Metinlerinden, ilahın rolü ve sıfatları konusunda erken imparatorluk
döneminde kesin tanımlar olduğu anlaşılıyor.
'İleriki hanedanlarda
gece boyunca güneşin bir yeraltı bölgesinde bulunan bir çeşit
tünelden geçtiğine inanılırdı; bu tünelin her iki girişinde bir
aslan-tanrı duruyordu; bu iki ilaha Akeru (ya da Akervi) denilirdi. Aynı
aslan tanrılar daha sonra Teb döneminde ikiz aslan-tanrılar olarak
ortaya çıktılar; sırt sırta otururlardı, aralarında da güneş diski
bulunurdu. İsimleri sırasıyla Sef ve Tuam, "Dün" ve "Bugün"dü. Ra/ya
genellikle "İki ufkun Ra'sı" denilirdi; bazı yazarlar bu bağlamda
"Ufuk" teriminin, matematiksel bir boyut sistemini ya da referans
çerçevesini belirttiğini söylerler. Bunlar ışık ufku ve yaşam
ufkuydular; yaşam ufku, basık bir daire ya da Güneş diskiyle
gösterilirdi, Çift Aslan tanrıların arkalarında yer alırdı.
Bu resmin anlamının
birçok farklı yorumu olabilir. Bazılarına göre iki aslan yaşamın iki
esas kuvvetini gösterirler; bunlar arzu ve korkudur; bazılarıysa
bunların Ebedi . Şimdi' nin güneşinin birleştirdiği geçmiş ve bugün
olduklarını söylerler; yani bu, zamanın gücüdür. Böylece sırt sırta
durmaları şu şekilde yorumlanabilir: a) erkeksi "arzu" kuvveti ve
kadınsı "korku" kuvveti, bunlar kişiyi farklı yönlere doğru (kaos?)
çekerler; Ra diskinin ağırlığı bunları kontrol eder (akıl ve kendi
kendini kontrol) b) ':zaman" bağlamında, disk, gezegenimizi yörünge
yolunda tutan ve gece ile gündüzü -saatlerimizin zamanını- iç zamanı
yaratan güneş kuvvetidir. Bu aslanlardan biri hafifçe yer
değiştirecek olsa, Ra' nın yörüngesi de kendini buna göre dengelerdi
ve biz güneşi bugünküne göre farklı bir açıdan görürdük. Bu
felsefedeki mizah, arzu ve korkunun bizden en iyisini istedikleri;
dünya çapında yayılan enerjilerin Şu ve Tefnut'un yükselmelerine ve
Ra diskinin yer değiştirmesine sebep olabileceğidir.
Bu başka biçimde
düşünülecek olursa, kutupların kayıp kaymayacağı ve Atlantis'in son
günlerindeki gibi kayma ve felaketin bizi bulup bulmayacağı konusunda
dünyada yaşayanların kendileri karar verirler.
Bu sembolojinin
evrenselliği, Hopi Kızılderililerinin de benzer bir ikiz tanrıları
olmasında ifade bulur. İsimleri Pokanghoya ve Palongauhoya' dır,
yeryüzünün kuzey ve güney eksenlerinin koruyucularıdır; görevleri
gezegenin doğru biçimde dönmesini sağlamaktır. Onlara da Sotuknang,
Yaratıcının yeğeni hükmeder;onlara halkı kötü hale gelen "ikinci
dünyanın" yıkılması için yerlerini terk etmeleri emredilmiştir. Böylece
dünyayı denetleyen kimse kalmaz, delice dönmeye başlar ve iki kez
tepetaklak olur. Dağlar büyük bir gürültüyle denize devrilir, deniz
ve göller toprağı kaplarlar; dünya da soğuk ve hayatsız uzayda donar
ve buza dönüşür.' Hopiler, "ilk dünyanın ateş, "üçüncü dünyalının da
su tarafından yıkıldığında ısrar ederler.
Hopi
Kızılderililerinin de, eski Mısırlılar gibi Sirius'u tanıdıkları ve
ona "Mavi Kaçina Yıldızı" adını verdikleri söylenebilir. Kabilade
yaşayan asırlık bir inanç, kabilenin 250.000 yıl önce dünyaya Sirius
sisteminden geldiklerini ve yerleştikleri zaman kapsüllerinin de ya
gelecek bin yıldan hemen önce ya da hemen sonra açılacağını söyler.
"Ikiz" ilke,
kesinlikle Sirius'la ilgilidir; daha önce tartıştığımız gibi
kutupsallık kanunu, bütün Siriusyen konsantrasyon uygulamalarına
hakimdir. Aslan kudreti, kristal kudreti ve zaman faktörüyle
birlikte, Siriusyen konsantrasyon pratiğinin dörtlü temellerini
oluşturur (Bkz. Resim 12.1).
Zamanın kollarının,
eş kollu haçın üst noktasında yer aldığına dikkat edin; bu,
ebediyetin androjen halini göstermektedir; alt eksende, daha yoğun
planlardaki varoluş modlarının yin/yang ya da pasif/aktif olarak
ayrılmasını sağlar. Aslan kudreti, aktif, yoğun ateşli ve dışa
dönüktür; renkleri, sadece, kırmızı spektrumun aşın derecede harekete
geçirici renklerini soğutacak yeterince altın öğesi içeren
renklerden oluşmaktadır (koyu kırmızılar özde Set'in renkleridir):
spektrumdaki sarı renkler aklı simgeler.
Transmutasyon
tabiatlı enerjileri dışsal değişim yaratarak izlerler. Kristal
kudreti alıcı ve pasiftir-renkleri mavi, yeşil ve bunların
kombinasyonlarıdır ve enerjileri, emme ve kristalizasyon yoluyla
inceltirler; içsel değişim bu şekilde oluşur. Bir aradayken,
bunlar bizim güneş sistemimizi doğrudan ilgilendiren bir Siriusyen
enerji çıktısı oluştururlar; bu, geniş bir frekans spektrumunda
tezahür eder; tabiatı özellikle kozmik tekamül ve kuantum sıçramaları
bakımından' önemlidir; çünki birinin objektivitesi dış yönleri
denkler, diğeri ise içsel, subjektif modla çok daha ilgilidir. Diğer
kozmik zaman bölgelerinde, prensipler sabit olmakla birlikte kural ve
uygulamalar biraz farklıdır; çünki farklı evrim akışlarının
aldıkları yollar galaksiden galaksiye farklılık gösterir. Tüm bunlar
Siriusyen zihinsel çalışmalarla ilgilenenlerin çalışıp anlamaları
gereken şeylerdir, yoksa bu zaman dışı kozmik yolda ilerlemek güçleşir.
Aslan-Kristal
ekseniyle ilgili bir onay, Brugsch tarafından verilen, Budge' ın
da aktardığı aşağıdaki mısralarda görülebilir:
Ey Amen-Ra,
tanrılar senden çıktılar; senden akan Şu oldu, senden yayılan Tefnut
oldu, her şeyin başında dokuz tanrıyı yaratan sensin, İkiz Aslan
tanrıların Aslan Tanrısı da sensin ...
Tanrıça Sekhmet
daima bir güneş diskiyle gösterilir; üzerinde Urayus ya da Ra'nın sağ
Gözü vardır; başında yer alan bu simgeler onu hem ikiz aslan tanrılar
hem de diskleriyle bağlantılandırır, bunlar da bu gezegenin denge ve
tekamülüyle ilgilidir. Tanrısal Savaşçı kimliğiyle, Ra'nın
düşmanlarına savaş açar; bu kedi kız ve erkek kardeşleri Apep'in
kötülüğüne karşı yaptıkları şeydir. Masters, Göklerdeki Savaş'ta şöyle
yazar: O, "bu dünya üzerine en tam ve korkunç biçimde çöker"."
Bu konuda da
şunları aktarır: ... bu, Büyük Ana'nın beşeri zaman ve uzaya tekrar
girmesidir; Gizemlerde Sekhmet olarak belirir. O, Kaos'a
terör getirir ve yıkar. Sevgi vasıtasıyla bu şartlan yeniden
oluşturur; insan ırkınıkoruyan ve insan varlıklarnın
bireyler olarak uyumlu gelişim ve doygunluğunu sağlayan da budur; bu
aynı zamanda Gökler deki Savaş'ın konusu olan Büyük Kozmik Bütünün
bir parçası ve son çıkışıdır. Varlık ya da Hiçlik?
Siriusyen mesaj
ile ilgili düşünüldüğü zaman, bu çok aydınlatıcı bir düşüncedir;
Geb ya da Gaia'ya diğerlerini engelleyen çocuklarını denetlemek için
bir el verir ya da onları uzak bir galaksinin ücra bir gezegenine, kendi
spiritüel yaş ve cinsiyetlerine uygun ruhlar arasına gönderir; öyle
ki bu arada şiddet, nefret ve diğer kaotik özellikleri üzerinde
birarada çalışabilsinler.
Üstatların "o
Kaosa dehşet salar" deyişine dikkat edin. Yani o, Set'in düşmanıdır;
çünki Set, kişileştirilmiş Kaostan başkası değildir! Sekhmet'in
dönüştürücü güçleri, mitlerin aktardığı kadarıyla serttir ancak
Set'inkilerle aynı yıkıcı anlamında ele alınmamaları gerekir; çünki
inceltici ateş inisiyasyonu, aşağı tabiatlarımızdan ve hepimizin
içindeki yıkıcı kaos öğesinden kurtulmamız için esastır. Ateş
inisiyasyonu, ayrıca spiritüel moleküllerimizi de saflaştırır; bunlar
tabiri caizse sırptil bedenlerimizde yer alır ve içimizdeki Tanrısal
Işık ve Sonsuzla olan bağlantımızla daha yakın temasa geçmemizi
sağlarlar. Öte yandan kaotik enerjilerse parçalayıcı ve
dağıtıcıdırlar.
Tüm bunlardan, aslan
arşetipinin kozmolojiden günlük yaşama, bütün Mısır düşüncesinde çok
önemli olduğunu görürüz. Aslan tanrı ve ruhlar bu nedenle bütün
mekan ve varlıkların koruyucuları olarak düşünülürler. aile üyeleri,
rahipler, rahibeler, firavunlar ve eşleri Aslan başlarıyla
simgelenir. Grekler bunlara "sfenks" adını vermişlerdir. Mısır
Sfenksinin bir adı da Hu, "koruyucudur";bir başka adı ise
Hor-em-akhet ya da "Ufkun Horus'u" dur, burada Horus'un muammalı
"oğulları" (ya da Takipçileriyle), yani Şemsu-Hor ile bir bağlantısı
bulunur. İlginç bir biçimde "Hu" ismi Keltlere ait Hu Gadarn
mitosunda da geçer; bu kişi bir grup göçmeni Galler'in tarih öncesi
kıyılarına götüren, denizden gelmiş bir Atlantislidir. Ayrıca Hu
Gadarn ve Tuatha de Danaans (Tuarde-de-Oanans okunur) isimleri arasında
da ilginç bir ses benzerliği vardır; bu insanlar da, efsaneye göre
tarih öncesi İrlanda kıyılarına çıkan, majik güçlere sahip esrarlı
bir topluluktu.
Bu ikiz aslan ve
kristal kuvvetlerinin kullanımı konusunda, bir soru doğabilir.
Siriusyen konsantrasyon uygulamasında, Bati tradisyonları ekollerinin
bazılarında görülen, medyomla ezoterizm arasındaki okült farklılıklar
var mıdır? Cevap "Hayır" olmalıdır- Siriusyen konsantrasyon
uygulaması, grup olarak ya da tek başına uygulanabilir. Özünde iki
beyin yarıküresinin de kullanımını gerektirdiğinden, kişiliğin hem
rasyonel hem de sezgisel yönleri oyuna katılır; burada iki
yarıkürenin birbirlerine baskınlaşmadan, birbirlerini tamamlayarak eşit
oranlarda kullanımı esastır.
Böylece uygulama
yapan kişi kendini korumuş olur ve hem iç hem de dış zamanda
hareketlerinin .sorumluluğunu üstlenir. Kişinin psişik yetenekleri bu
nedenle iyi eğitilmiş ve denetlenmiş olmalıdır; böylece aşağı doğru
bir kendini kandırma spiraline kapılmamış olur. Yani kişi,
tanınamayan soyut enerjiler ya da garip veya yabancı rakiplerle
karşılaştığında bir aslan cesaretine sahiptir. Kristalin mantal emişi
ise ilim bunların bugünkü dünyanın terimlerine doğru biçimde
uyarlanması, inceltilmesini ve tercümesini sağlar. Bilgi başkalarına
iletilemiyorsa, ne işe yarayabilir ki? İnisiye, ezoterizmin bildik
alet edevatına ihtiyaç duyuyorsa, asadan ziyade sistrumu {eskiden
Mısır'da ibadet esnasında kullanılan ve ortasından geçirilmiş madeni
çubuklar sarsılınca ses çıkaran saplı kasnak şeklinde bir çalgı)
öneririm çünki bu alet, kuvvetli Siriusyen enerjilerle titreşir,
Alıştırma
Aslan Evine Giriş
Aslan Evine Giriş
Eski bir Mısır
tabut metninde şöyle denilir: Aslanın Evinden Gelmekteyim Orayı İsis'
in Evi için terk ettim.Saklı Gizemlerinde Büyük Tanrının doğumunu
görmeme müsaade etti.Buradaki Aslan, elbette, farklı görünümleri
olan Sekhmet'tir: "Büyük Tanrı" ise Horus'tur, kurtancıdır. İsis'in
oğludur. Sekhmet'in "evini" ziyaret ise öyle her baba yiğitin harcı
değildir; çünki ateş alanlarına girmek ya da Tanrıça, Sirius Kapısını
nihayet açmazdan önce, Ra mabetlerinden geçmek anlamına gelir. Bu
sembolojiyle alakalı gizemlerde, Isis'in rolü Sirius A'ya karşılık
gelir; oğlu Horus'un vazife si ise yeryüzünü Set'in (Kaos) zaman
kapsülünden kurtarmaktır. babası Osiris'in (Düzen) krallığı böylece
yeniden tesis edilecektir. Böylece Sekhmet, bu muammanın zaman
anahtarını elinde tutar ancak doğrudan müdahale etmeyebilir; Sekhmet
enerjilerinin dünyevi seviyede dağılımı, hizmet edenlerin işbirliğine
bağlı bir şeydir.
Uygulama
Dışsallaşma için
seçtiğiniz pozisyonu alın. Kendinizi muhafaza ve kozmik kimlik
sembolleriniz adam akıllı belirginleşsin. Dışsallaşın: kendinizi
dünyanın aurasından tamamen kurtarın ve Güneş'e yönelin. Güneş'in
haresine yaklaşırken haliyle biraz zorlanırsınız. Bu zorlanmanın
nasıl bir biçim alacağı, sizin gelişim seviyenizle alakalıdır;
Muhafızların size nasıl bir tepki verecekleri de sizin kimlik
sembolünüzün tasnif edilişiyle ilgili bir konudur. Bu alış tırmayı
prensip olarak veriyorum ancak ne ben ne de bir başkası, Muhafızların
Dünya zamanında daha sonra ortaya çıkışını garanti edebilir.
Ancak yolculuğun geri
kalanında size kılavuzluk edeceklerini varsayalım. Bundan sonra ne
yapılacaktır? Aslan tanrı ya da tanrıçalarla ya da Sekhmet'in
kendisiyle karşılaşmak üzere, sizi Ateş Salonlarından geçirirler. İlah
sizin "Aslan Evine" girmeye (burası elbette Sirius sistemidir) hazır
olduğunuza hükmederse, ötesi sizinle aslan öğretmeninizin rolünü
üstlenen zat arasında kalacak bir konudur. Bunun ötesinde size
verebileceğim bir bilgi olamaz çünki bu tecrübe tamamen kişiseldir ve
ne benim ne de başka bir öğretmenin kendi spiritüel konumuyla
sınırlı ve doğru referans terimleri bulunmayan haliyle tasvir
edebileceği bir şey değildir. Bu, bu yollardan bizzat geçtiğimizi
varsaysak dahi böyledir. Tüm söyleyebileceğim, Sirius'la ilgili
kozmik kanunların, örneğin ikizlik ya da kutupluluğun, sizi derinden
etkilemeye başlayacağıdır. Jung şöyle diyor:
Bizler, bu
Dioskuri çiftiyiz; birimiz ölümlü, diğerimiz ölümsüz ve bu ikisi, hep
birlikte dahi olsalar asla bir olamıyorlar. Dönüşüm süreçleri bunları
birbirine yakınlaştırmaya çalışıyor ancak şuurumuz dirençlerin
farkında çünki diğer kişi yabancı ve acayip gözüküyor ve bizler
kendi evlerimizin mutlak hakimi olmadığımız fikrine bir türlü intibak
edemivoruz.:
"Sirius-İkili
Yıldız" adlı bölümde özetlenen Dogonların Sirius felsefesini yeniden
gözden geçirecek olursanız, Sirius A ve Sirius B'nin ikiz bileşimini,
Jung'un açıkladığı insan psikolojisinin bu cephesiyle kolayca
birleştirebilirsiniz. İkizleşme imaları, bireyselleşmenin bir üst
oktavı ya da anima ve animus' un dengelenmesiyle ilgilidir; bu da
ruhun spiritüel ilerlemesi için sine qua non olmazsa olmaz bir
şeydir.
Eğer bu kavramlar
daha başından size uyum sağlanması zor şeyler gibi geliyorsa;
"Aslan'ın Evine" girme izni almadan bu konularla tanışmanız
gerekecektir. Umudunuzu kaybetmeyin. Burada, yine sizin güvenliğiniz
için yerleştirilmiş bir "parolayı söyle" mekanizması mevcuttur. Daha
önce de açıkladığım gibi, Siriusyen enerjiler aşın seviyede zihin
karıştırıcı olabilirler. Eskiler, bu nedenle, Siriusyen konsantrasyon
uygulaması yolunun kozmik kazalar yapa yapa yürünmesini hiç mi hiç
istemezler. Evet, gidin ve Aslan'ın Evini" arayın; Aslan
tanrıça yardımcınız olsun ve gayretlerinizi kutsasın.
Siriusyen Miras
Murry Hope
Murry Hope
Mısır ve Siriusyen
konsantrasyon uygulamalarının yüksek gizemleri hakkında kadim Mısır'
dan süzülüp gelen bilgilerin büyük kısmını, G.R.S. Mead' e borçluyuz.
Kendisinin Thrice Greatest Hermes (Üç Kere En Büyük Hermes) adlı
kitabı, geniş bir zaman periyodunu tarayan metin parçalarından
derlenmiş; bunlar üç ciltlik bir çalışmada özenle sıralanıp
birleştirilmiştir. Eski Mısır' a ait bu felsefe hem Yahudiliği hem de
ilk dönem Hristiyanlığını etkiler, ancak Hristiyan Kilisesinin
bebekliğini sallayan güç mücadeleleri esnasında en önemli öğelerin
"usulünee" ortadan kaldırıldığı da bir gerçektir.
Yine de eski
gerçekler, Gnostik ve Diriliş sonrası kitaplarındaki öğretilere
ulaşabilmişlerdir; Pistis Sophia bu kitaplardan biridir ve
yine Mead sayesinde elimize ulaşmıştır.
Hermes literatürünü
kuvvetlendiren bir başka eser de The Egyptian Mysteries' dir
(Mısır Gizemleri) ve İamblikos' a ait üstün bir eserdir; İngilizceye
Yunancadan Alexander Wilder tarafından tercüme edilmiş ve ilk olarak
1911' de yayımlanmıştır. Geç Eflatuncu dönemin seçkin bir hocası ve
önde gelen yazarı olan Porfiri ile Anebo adlı bir zat arasındaki bir
dizi diyalogtan meydana gelir. Porfiri (yaklaşık M5.232-304)
Tire'lidir. Molech ya da Kral demek olan ismi, sonradan Longinus
tarafından "Porphurios" a çevrilir; Porphurios, kraliyet ailesinden
gelen demektir. Porfiri, sonraları felsefi ilgi alanını diğer
inançları da kapsayacak yönde genişleten Plotinus'un talebesidir;
özel yaşamındaysa Pisagor disiplinini takip eder; o tarihlerde yaygın
olan Gnostik inançları ve yeni yeni yaygınlaşan Hristiyan inancını
şiddetle eleştirir.
Aslen bir mistik
olan Porfiri, Mısır ak majisinin törensel ayinlerine şüpheyle
yaklaşır; Mitraizmi destekler; İamblikos ise Serapis kültünü takip
etmektedir; Serapis kültü o tarihlerde Mısır'ın devlet dinidir. Katip
İamblikos'un M.S. 255-330 tarihleri civarında yaşadığı söylenmektedir
ancak bu tarihleri doğrulamak mümkün değildir. Anebo hakkında pek az
şey biliyoruz; bir Mısır rahibi olarak anılıyor; ismi muhtemelen
Anubis'in hizmetinde olduğunu göstermektedir. Porfiri, kendisine
"kahin" ya da kutsal kehanetlerin yorumlayıcısı ve ilahların
hizmetkarı olarak hitap ediyor ve bu nedenle filozof Mısır teolojik
doktrinleri, din ve inançları, kutsal törenleri konusunda onun
bilgilerine başvuruyor. Bu diyaloglar, mantıksal Grek düşüncesiyle
Mısırlıların çok daha mistik yaklaşımı arasındaki, dışarıdan belirgin
farklılıkları ortaya koyuyor; işin ironik tarafı ise, karakter
özelliklerinin gerisinde, temelde pek az farklılık olması.
Ancak önce
dikkatimizi Hermes Trismegistus' a çevire- 1im; bu kitap,
Mısır. felsefesi çalışan günümüz öğrencilerinin kutsal kitabı ya da
temel referans kitabı gibidir; eski Mısır'ın içsel öğretileri
konusunda, doğrudan Mısır karakteriyle ilgili Ölüler Kitabı ya
da diğer erken dönem metinlerine göre çok daha doğru bir yaklaşım
sergilediği düşünülebilir. Buradaki mantık, sözlü bir tradisyonla
ilgilidir; tıpkı Kelt Drüidizmindeki gibi en derin gizemler, sadece
inisiye ya da müridin anlayabileceği bir dilde aktarılır. Bu
metinlerin, tıpkı efsanevi Zümrüt Tabletleri gibi bizzat Tot/Tehuti
tarafından ilham olunduğuna inanılmaktadır.
"Üç Kere En Büyük"
ifadesi sık sık soru işaretleri yaratır. Bazı otoriteler, bu terimini
geç dönemde kullanıldığı düşüncesindedirler ancak bu ifadenin Roma
döneminde de kullanıldığı, ünlü taşlama şairi Martial'in (M.S. 40-104?),
ünlü bir gladyatör olan Hermes adlı kişiye yazdığı bir övgü
türküsünde Hermes omnia solus et ter unusl' cümlesini
kullanmasından anlaşılmaktadır. Ancak Mead, bu terimin kullanımının
kanıtlarını Roma' dan çok daha eskilere, üç ayrı dilde hazırlanmış
Rosetta Taşı'na dek götürür; burada Ptoleme Epiphanes'in
(M.Ö.210-181) erdemleri anlatılırken Hermes "Büyük ve Büyük"
olarak anılır."
Mead, Manetho'yu
(Bkz. "Köken ve Anormallikler" i adlı bölüm, Notlar 2) referans
göstererek, burada sözü edilen ilk Hermes'in Mısırlıların ilk
rahipliğine gönderme yaptığı sonucuna varır; bu birinci rahiplik
geleneği kutsal bir dil kullanırdı; bu dil, ikinci Hermes zamanında
çoktan . unutulmuştu; ikinci Hermes'i çok daha geç ortaya çıkan bir
rahiplik geleneği olarak düşünebiliriz. Bu geleneğin üyeleri
muhtemelen Şemsu Hor'la bu bölgelerin yerli halkları arasında bir
köprü gibiydiler.
Mead şunları
aktarıyor:
İki rahip ve kahin kuşağı birbirinden bir "tufan"la ayrılırlar. Bu "tufan" eğer Salon’un Sais'li rahiplerden haber aldığı tufanın kökenindeki hadise değilse , en azından bu tufanla ilintilidir . Bu konularda Eflatun'un Timaeus ve Critias adlı eserlerinde önemli bilgiler buluruz. Tris majistik literatürden öğrendiğimize göre, İyilik Meleği Zihinle ayrıdıdır ve Hermes Trismegisıus'un babası olarak düşünülür. Bu, tufan öncesi eski Mısır uygarlığının -Atlantik Adası sulara gömüldüğünde, tufan Mısır ülkesini de sel altında bırakmış olmalıydı- büyük bir mükemmellik timsali olarak düşünüldüğünün mecazi bir ifadesine benzemektedir. Bu, Tanrılar ya da Tanrısal Krallar ya da Yarı-Tanrılar dönemidir; bu dönem bilgeliği, mistik geleneğe aktarılmış ya da sürgünden dönen ya da dünyaya reenkarne olan bu ırkın ikinci dereceden temsilcileri tarafından önceki ihtişamına benzer bir biçimde yeniden canlandırılmıştır. Bu kişiler, tufan durulduktansonra, Aşağı Nilovalarına yavaş yavaş geri dönen yeni topluluklarla ilgilenmeye başlamışlardır.
İki rahip ve kahin kuşağı birbirinden bir "tufan"la ayrılırlar. Bu "tufan" eğer Salon’un Sais'li rahiplerden haber aldığı tufanın kökenindeki hadise değilse , en azından bu tufanla ilintilidir . Bu konularda Eflatun'un Timaeus ve Critias adlı eserlerinde önemli bilgiler buluruz. Tris majistik literatürden öğrendiğimize göre, İyilik Meleği Zihinle ayrıdıdır ve Hermes Trismegisıus'un babası olarak düşünülür. Bu, tufan öncesi eski Mısır uygarlığının -Atlantik Adası sulara gömüldüğünde, tufan Mısır ülkesini de sel altında bırakmış olmalıydı- büyük bir mükemmellik timsali olarak düşünüldüğünün mecazi bir ifadesine benzemektedir. Bu, Tanrılar ya da Tanrısal Krallar ya da Yarı-Tanrılar dönemidir; bu dönem bilgeliği, mistik geleneğe aktarılmış ya da sürgünden dönen ya da dünyaya reenkarne olan bu ırkın ikinci dereceden temsilcileri tarafından önceki ihtişamına benzer bir biçimde yeniden canlandırılmıştır. Bu kişiler, tufan durulduktansonra, Aşağı Nilovalarına yavaş yavaş geri dönen yeni topluluklarla ilgilenmeye başlamışlardır.
Demek ki, Mısır
gizemleri - kültleri geleneğinde üç dönem tespit ediyoruz:
a) Birinci Tat
yada Agathodaimon, Seriyadik ülkenin taş anıtlarındaki kutsal dil ve
karakterlerinde muhafaza edilen hakikı tradisyan; bu, Atlantik tufanı
öncesi Mısır'ı olarak düşünülebilir;
b) İkinci Tat; Üç
Kere En Büyük, büyük tufan dönemi sonrasındaki gizem ekolü; bu
dönemin kayıtları sadece transkripsiyonlarda değil, hala kutsal
karakterlerle yazılan el yazmalarında da korunmaktadır. Ancak el
yazmaları ülkeye yeniden yerleşen halkın dilinde yazılmıştır.
c) Tat,
Manetho dönemi rahipliği ve muhtemelen Manetho'dan bir iki asır önce
başlamış olan rahiplik ki, burada da Mısırcanın daha geç bir şekli
konuşulur; Yunancaya yapılan demotik (hiyeraglif yazıların
basitleştirilmiş bir formu) tercümeler, ikincil tecümeler ya da
ibareler metnin özünün farklı kelimelerle aktarımı bu dönem
çalışmalarını esas alırlar?
Daha yakın
tarihlerde "Üç Kere En Büyük" ismine bir dizi yeni metafizik anlam da
atfedilmiştir, Üç Dilek Kanunu bunlardandır (Bkz. Terimler Sözlüğü);
beden-zihin-ruh ve şuur-şuurdışı-süper şuur üçlemesi ve diğerleri de
vardır, Bu isimle ilgili, üç sayısına dayanan atıflar da yok değildir;
ben de numerolojik bir atıf olduğundan hiç kuşku duymuyorum.
Siriusyen yorumlarını tercih edenler, burada Sirius sisteminin üç
yıldızını da bu atıflara ilave edebilirler ancak bu yıldızlardan
birinin aslında büyük bir gezegen olduğu ve yıldız olmadığı konusunda
kuşkular olduğu unutulmamalıdır; bu nedenle yeni kanıtlar ortaya
çıkana dek hüküm vermek istemiyorum.
Triemegistus, Mısır
majisinin "Hermes Duaları" ya.da Hermetik Alşimi literatüründen
derlenmiş, eski Mısır okült öğretilerinden meydana gelen bir
koleksiyondur. Aslında bu konuda elde başkaca kaynak da yoktur.
Şu bölümlerden
oluşur:
a) Corpus Hermiticum
(öğretiler bütünü), Poimandres adı verilen on dört vaazlık bir
derlemeyi ve Asklepyos'un Tanımları adlı Hermes'in Apollon'un oğluna
verdiği bilgileri içerir. Asclepius daha sonra Grek tıp tanrısı
olacaktır.
b) Yine Asclepius
adıyla bilinen Mükemmel Vaiz; burada da Asclepius' a hitap
edilmektedir. Yunanca metin bugün kayıptır. Sadece eski Latince metin
mevcuttur.
c) Stobaeus'tan
Parçalar. Burada yirmi yedi kadar parça bulunmaktadır., John
Stobaeus, 5. yy. sonları ile 6. yy. başları arasında yaşamış çok
tanrılı inanca sahip bir hocadır. Bu vaazları "keşfetmiş" ve tercüme
etmiş olmasaydı, şimdi kaybolmuş olacaklardı. Stobaeus, kimileri çok
uzun olan bu parçaları derledi; bunlar arasında The Virgül of the
World (Alemin Bakiresi) adlı, o "..günlerin Grek yazar ve okült
ekollerinden alınmış bir grup yazı önem taşımaktadır. Bu çalışma, bir
dizi bilgi ve beraberinde verilen İsis'le' oğlu Horus arasındaki
diyaloglardan meydana gelmektedir. Konular, eski Mısır'ın ezoterik ve
mistik öğretilerinden alınmıştır; birçok okült otorite, bu metinleri,
bugüne dek yazılmış en ilginç metinler olarak görmektedir ..
d) Erken' dönem
Hristiyan rahiplerin referans ve parçaları. Erken Hristiyanlık
alimleri ve kilise hocaları Hermes Trismegistus üzerinde yorumlar
yapmayı uygun görürlerdi. Burada, elimize ulaşabilen yirmi beş kısa
parça yer almaktadır. Hermetik doktrinin kafir tabiatı nedeniyle, bu
yazarlar aleyhte konuşma eğilimindeydi ve bu metinlerin bugüne
ulaşmasını biraz da bu tavır temin etmiştir. İlginç olan, bu
yorumların, dogmatik temellere karşı çıkmakla birlikte, Trismejistik
güç ve felsefeyi, pek saygı göstermemekle birlikte özde kabul ediyor
olmalarıdır.
e) Zorunlu olarak
Hristiyan inançta olmayan erken dönem filozofların referans ve
parçalan. Zosimus, Fulgentius ve İamblikos'tan üç parça intikal
etmiştir; filozof imparator Jülyen'den (Hristiyan yazarlar ayıp
ederek kendisine "dinden dönmüş" etiketini yapıştırmaya kalkarlar)
bazı referans ve teyitler de bulunmaktadır.'
Bu tarihi metinler;
sözlü tradisyon, bu disiplinin daha çok spiritüel ya da saklı' gizem
cephelerine yoğunlaşmayı tercih etmiş mistik ilham ve Mısır tarihi
ile ilgili ilmi çalışmalar vasıtasıyla bizlere ulaşan bilgileri teyit
eder niteliktedirler. Elbette birçok hata araya karışmıştır;
tercümanlar, metinleri kendi tecrübeleri, özel majik eğilimleri ve
dönemlerinin moda okültizm akımları ışığında yeniden yorumlamaktan
geri durmamışlardır, Bu parçalar bir vakitler bilgi çağlayanı olan
eserlerin kırıntıları hükmündedirler; asıl bilgiler genelde sadece
gayretli talebeve inisiyelere veriliyordu; eğer hermetizmin bir
savunucusu, Hermes Trismegistus'un hükümdarların konumuna ne
denli saygılı olduğunu örneklemek için bazı vaazları seçip göstermek
için zorlu çalışmalara girmemiş olsaydı, elimizde bu kadarı bile
olmayacaktı!
Bu bölük pörçük
parçaların, asırlar boyu çeviri ve yeniden çeviri şeklinde esas
metinler üzerinde kalem oynatan tahribata rağmen, elimize ulaşmış
olmaları asıl mucizedir. Dini baskı dönemlerinde bu parçalar gizli
çalışmalar şeklinde; kadim bilgeliğin sadık takipçileri tarafından
dikkatle korunup saklandılar; bazı dönemlerde de özel koleksiyoncular
tarafından güvenle muhafaza edildiler; bu kişiler, dünyanın
"muhafızları" olan Tot'un oğul ve kızlarıydılar. Sonuçta, ister
bedenli ister bedensiz, kaosun kölelerinin bütün çabalarına rağmen,
kadim doğrulardan bir avuç kıymetli taşın ışıltısı bize kadar
ulaşabildi.
Bütün referans
eserleri vermek çok fazla yer işgal edecektir. Ayrıca bu noktada
konumuz açısından da hepsinin belirleyici olduğu söylenemez. İşte,
elindeki bilgileri teyit etmek isteyecek gayretli araştırmacılar için
birkaç başvuru kaynağı. Hermes Trismegistus'u: ilgili
Helenik ve Orfik gelenek konusunda, [ohannes Albertus Fabricius'un Bibliotheea
Graeea adlı eseri vardır (4. ve son baskı, Leipzig, 1790).
AIşimi ve ortaçağ yazını konusunda M.P.E. Be"rthelot'un eserleri
mevcuttur. Isimleri La Chimie au Moyen Age (Paris, 1893) ve Collection
des Anciens Alehimistes Grees'tir (Paris, 1988). Arapça metinler
konusunda Beausobre'un Histoire Critique de Maniehie et du
Maniehiisme (Amsterdam,1734) adlı esere başvurulabilir;
H.L.Fleischer, Hermes Trismegistus an die mensehliehe Seele,
Arabiseh und Deutseh (Leipzig, 1870); O.Bardenhewer, Hermetis
Trismegisti qui apud Arabes fertur de Castigatione Animae Liber (Bohn,
1873) adlı kitaplar ve Georg Ebers'in talebesi R. Pietschmann'ın Hermes
Trismegistus naeh iigyptieshen und orientalisehen Überlieferungen (Leipzig,
1875) adlı risalesinin dördüncü bölümü, ki bu bölüm Hermes
tradisyonunun bir incelemesidir ve adı Bei Syrern und Ara
ben şeklindedir.
On birinci
yüzyılda, kötü durumda bir başka el yazması daha bulunmuştur.
Bizans'ta Eflatuncu çalışmaların yeniden. canlanmasıyla yakından ilgili
bir beyefendi olan Mikael Psellus'un eline ulaştığında birçok kısım
ve parça kayıptı. Ancak üzücü bir şekilde, Psellus çevirisinin geniş
kısımları, doğrudan politeizmi ya da "kafirliği" doğruladıkları için
yırtılıp atılmış, yani bir kez daha ciddi talebe kandırılmıştır.
Teozofi alimi Reitzenstein gerçeğe dair parçaları biraraya getirmek
için elinden geleni yaptı. Mead bu gayretleri hararetle takdir eder.
Trismejistik
edebiyatın büyük kısmı, orijinal Grekçe metinlerden alınmıştır, ancak
daha ileride de Erken Grek, İbranice ve Mısır dilindeki orijinallere
üç farklı etki karışacaktır. Yahudi etkisi Essenik ya da Terapötik
bir nitelik taşır (Mead' e göre, Essen kelimesi İbranice değil
Yunancadır). Trismegistus daha sonra erken Hristiyan
Gnostiklerinin etkisine tabi tutulur, Birçok Gnostik, eserden geniş
bölümleri önce kendi inançları lehine benimserler; sonra da bu
parçalara "batıl" etiketi yapıştınlır. Bunlar içinde en dikkat çekici
olanları Basilides'tir; Carl Jung, bunların,ya kendisine Ölümün
Yedi İlahisi aracılığıyla kılavuzluk etmiş kendi grup ruhunun
bir parçası ya da geçmiş bir yaşamdaki kendisi olduğuna inanıyordu.
Valentinyen Gnosisi de kuvvetle Hermetik bir nitelik taşır. Bu nedenle Trismegisius
literatürünün bazı yerlerinde özellikle Gnostik bir lezzet vardır;
bu nedenle öğrencinin, Mısır orijinalleriyle daha yakın bir ilişki
kurabilmek için Hristo-Gnostik eklemeleri bir yana ayırması tavsiye
edilir.
Trismegistus'un da
dahil olduğu tüm dizi, Tot/Tehu'ti'nin doğrudan ilhamına bağlanır:
burada Tot'la ''bilgeliğin ustası ve insanlığın öğretmeni" .
kastedilmektedir. Tot, metinlerin bize bildirdiğine göre "evrende
ölçü, sayı ve düzeni tesis etmiştir"; mimarların ustasıdır; eşi
Nehemaut'tur, Gnostiklerce Sofya, Mısırlılarca Maat olarak bilinir.
Maat'ın sembolü beyaz bir tüydür (bazen adaletle ilgili vasıfları
bakımından Tot'un kendisiyle de ilişkilendirilir).
Hermes
Trismegistus'a göre, Mısır Tot gizemlerinde üç aşama vardı:
Ölümlüler- Eğitilmiş
olmakla birlikte henüz içsel görüş kazanmamış olanlar.
Zekdior- Görüşleri sayesinde, evrendeki diğer hayat biçimleriyle uyumlu hale gelebilenler.
Zekdior- Görüşleri sayesinde, evrendeki diğer hayat biçimleriyle uyumlu hale gelebilenler.
Işık Varlıkları- ışıkla
bir olmuş olanlar
Gnostikler daha sonra
bu varlıklara hil, psişe ve pnöma adlarını
verdiler ve özelliklerini Mead'ın şu şekilde aktardığı bir de
dördüncü grup ilave ettiler:
(a) En aşağıda hilikler
yer alır; bu varlıklar spiritüel şeylere o kadar kapalıdırlar ki, hil
ya da dünyanın algılanamaz maddesi gibidirler;
(b) Orta sınıf, psişikler
ismini alır; bu varlıklar spiritüel şeylere inanmakla birlikte
sadece inanç varlıklarıdır 've inançlarını kuvvetlendirmek için
mucize ve işaretlere ihtiyaç duyarlar;
(c) Pnömatikler ya
da spiritüeller en üst sınıfı meydana getirirler, spiritüel
konulardaki bilgileri edinebilirler; Gnosisi alabilecek durumda olanlar
da bu gruptur. Mead, eşitlik meselesini nitelemeye hizmet eden ilave
bir yorum da eklemektedir:
Günümüzde aşırı
uçtaki bazı çevrelerde bütün insanların "eşit" olduğunu
söylemek adettendir. Modern teolog bu ifadeye "ahlaki' bakımdan
ilavesini yapar. Bu şekilde ifade edilen fikir, Hristiyanlığa özgü
birşey değildir. Çünki bu doktrin bütün büyük dinlerde ortaktır;
Tanrının İlahiyat'ın tezahürlerinden biri olan büyük adalet
prensibinin bir ifadesi olarak kabul edilir. Gnostik görüş ise çok daha
açık ve tekamül gerçekleriyle çok daha uyumludur, ahlaki anlamda
eşitliği kabul etmekle birlikte belli bir derece farklılığı tespit
eder; bu derece farklılığı sadece beden ve can anlamında değil ruh
anlamında da söz konusudur; böylece ahlak farklı oranlarda
düşünülür ve kabiliyetIerin iç anlamıyla ilgili bilmeceyi de
açıklamış olur:
Gnostik edebiyatta,
Tot hem İsis hem de Osiris'in öğretmenidir ve kutsal sekiz olarak
bilinen dört ilah çiftinin içinde yer alır; bu çiftlerin her birinde
bir eril bir de dişil güç vardır,biri aktif diğeri pasiftir; bu
Gnostik şe ma nın en eski örneğidir. Tot'un vazifesi, Trismegistus'un
bize aktardığına göre mükemmel dengeyi muhafazadır. Esas
sembolü yılanlı asa da bunu simgeler. Burada sekiz sayısının
vurgulanmasına dikkat edin, bu ilgi çekici çalışmada Siriusyen
istikameti gösteren işaretlerden sadece biridir. ileride göreceğimiz
başkaları da bulunmaktadır.
Aşağısı Yukarıya Benzer
Murry Hope
Murry Hope
Carl Gustav Jung,
kendisinden önce birçok bilgenin de şüphesiz ifade ettiği gibi,
mitosun gerçekliğe çarpıcı derecede benzediğini ve farklı seviyelerde
geçerli bir biçimde yorumlanabileceğini ifade etmiştir.
Sonuçta, eski
efsaneler, aşağıdaki bağlamların her birinde anlamlı biçimde
değerlendirilebilirler:
a) Kendi sistemimiz
ve diğer yıldız sistemleriyle ilgili kozmolojik ve tekamülle ilgili
değişiklikler;
1- İnsan psikolojisinin farklı
cepheleri;
2- Tarih öncesi dönemlerde
gerçekleşmiş hakiki olaylar
b) Hem bireysel hem
de kolektif şuurdışıyla ilgili kozmik enerjiler ve arşetipler;
c) Gelecekle
ilgili kehanetler.
Öyle görünüyor ki,
dışzaman ya da zamansızlık halinde bir yerlerde bir çeşit kutsal
drama yaratılmıştır ve şuuraltı biçimde bütün düzeylerde bu drama
sahnelenmektedir; nadiren bir bilge, sanatçı, filozof, psişik kişi ya
da inisiyenin, bu dramanın gerçekliğine çarçabuk göz gezdirmesine
müsaade edilir. Bu konu, hiçbir yerde eski Mısır mitos ve
törenlerinde olduğu kadar vurgulanmaz: her doğru bir başka doğruyu
gizlemektedir. Kırk yıldan bu yana, bu konuları araştırırken hep dış
katmanların usulca soyulup gittiğini ve yerlerini diğer çok daha ilgi
çekici mahremiyetlere bıraktığını gözledim. Bu, yıpranmış durumda
ilginç eski bir resmin, profesyonel bir restoratörün elinde,
orijinalinden çok daha değerli ve güzel bir sanat eserine dönüşmesine
benzetilebilir.
Önceki bölümleri
şöyle bir özetlemeden önce, okuyucularımla, aldığım bir mektubun
içindekileri paylaşmak istiyorum; bu mektubu, Nisan 1990 tarihinde, bu
son bölümü yazmaya hazırlanırken, kadim yolları takip eden muhterem
Mısırlı takipçiler bana gönderdiler; Sirius tradisyonlarıyla ilgili
bir mektuplarını önceki bir bölümde nakletmiştim, açılış paragrafı şu
şekilde:
Resim 14.1
Rabbimiz
Us-Ar'ın(Osiris) bahar bayramının ikinci gününde yazılmıştır; O Abtu
Rabbi ve Yeniden Dirilişin Kralıdır; ve Ammun-Ra'yı Tanrıların
Tanrısı adıyla andığımız bu bayram gününde, onun adına kaleme
alınmıştır; yukarıdaki yazımızdaki gibi, o Aneç Hra-Ku
Ammun-Ra Heh'dirue Milyonların Sütunu olan şahaneleri Sekhmet
Montu'nun (LHS) müsaade ve doğrudan emriyle, 12.451 AU
(Us-Ar'dan sonra) yılında kaleme alınmıştır.
Ruhani varlığıyla
yazdıklarımızı kutsasın niyazındayız. Bilgemiz Sau Tahuti şöyle
ifade ediyor; ben de kaleme aktarıyorum: Dileriz ömrünüz
uzun olur ve dileriz Tanrımızla (hem sizin hem bizim
Tanrımızdır) çok daha doğru bir birliğe erişirsiniz, elinize ve ondan
çıkan bütün çalışmalara rehberlik etsinler bundan böyle. Lütfen dikkat
edin: Hra-ku, İngilizcedeki "Hello" gibi selamIaşmak; Baraka ise
İngilizcede samimi bir hoşçakal gibi kullanılır; anlamı,
İngilizce "kutsama üzerine olsun" şeklindedir.
Katip daha sonra,
Afrika "tutsi" biçimi yerine "tootsie" fonetik hecelemesini
kullandığım teyit etmektedir; kendisine ve temsil ettiği birimlere bu
konudaki bilgi bu şekilde intikal etmiştir. 12.451 AU yılının "Rab
Us-Ar'ın aramızdan ayrılıp Öte Alem Rabbi olduğu" zamandan bu yana geçen
yıl sayısı olduğunu tespit eder. Bu, Kral Osiris'in enkarnasyonunu
M.,Ö.10461 senelerinde tamamlamış olması gerektiği anlamına
gelecektir. İlginç! Katip şu şekilde devam ediyor:"Bii burada i Atlantisliler'
diye bir isim bilmemekteyiz; acaba Yeşil Deniz halkı olabilirler mi?
Biz bu halkın Us-Ar'ın Sinai'de yeryüzüne gelişinden kısa süre sonra
yok olduklarını biliyoruz ama bu 20.000 yıl kadar önce olmuştu ... "
(Yani M:Ö.17-18 binlerde, Akrep Zodyak Çağında; Lemurya'nın bu
tarihte yok edildiği ve Atlantis uygarlığının kurulduğu söylenir;
ancak burada iki farklı dönemden bahsedildiği fikrindeyim; birazdan
göreceğiz.
Daha sonra,
astrolojik çağların yaklaşık bir listesi veriliyor; Mısırlı dostum,
Nebt Sekhmet Montu'nun döneminin Aslan Çağına karşılık geldiğini
kaydetmiş, mantıklı olan da bu; ayrıca İkizler Çağının da Us-Ar ve
Auset' e (Osiris ve İsis) karşılık gelip gelmediğini soruyor. Şöyle
diyor: "Bizim inancımız Us-Ar ve Auset Çağında başladı." ve devam
ediyor: "12.450 yıldan biraz daha fazla yıl önce, Us-Ar ve Au-set, bu
ülkenin halklarına uygarlık getirmek üzere, Mısır'ın ilk firavunları
olarak geldiler ... (İkinci tezahür mü?)
Tercüme hataları için
üzgün olduğunu belirttikten sonra, çağları şu şekilde veriyor:
Ammun boşluğu
(Oğlak?)
Nutya da Bölünüm Dönemi (Kova ?)
Denizde Yaşam Çağı (Balık ?)
Ra Çağı (Koç ?)
Belirmiş Ra (Boğa ?)
Us-Ar ve Auset Yönetimi (İkizler?) Çekilim çağı (Yengeç ?)
Nebt Sekhmet Montu çağı ve Kan Denizinin Yok Oluşu (Aslan ?)
Denge çağı (Terazi ?)
İnşa Ediciler çağı (Yay?)
Nutya da Bölünüm Dönemi (Kova ?)
Denizde Yaşam Çağı (Balık ?)
Ra Çağı (Koç ?)
Belirmiş Ra (Boğa ?)
Us-Ar ve Auset Yönetimi (İkizler?) Çekilim çağı (Yengeç ?)
Nebt Sekhmet Montu çağı ve Kan Denizinin Yok Oluşu (Aslan ?)
Denge çağı (Terazi ?)
İnşa Ediciler çağı (Yay?)
Okuyucularım,
katibin listesinde Başak'ın bulunmadığını fark etmişlerdir; bu bende
dostumuzun, gerçekte kendi gelenekleri yeryüzünün çok daha geniş bir
tarihiyle ilgiliyken, 'kendisinin modern Batı astrolojisiyle bir
denklik meydana getirmeye çalıştığı izlenimini uyandırdı. Kendisi şu
bilgilerle devam ediyor:
İnanç Kitabı,
Heru-ıa-ta-ju, Kendi Umudunu Getiren tarafından, piramiti İnşa
Ediciler Çağına dek açıklanmadı ya da bulunamadı .... Tahuti, Ra çağı
zamanından. Nebt Sekhmet Montu ise Belitmiş Ra Çağından itibaren
yeryüzündeydiler. Sonraki öykü, Nebt Sekhmet Montu'nun yeryüzünde ilk
belirişi çağından kalmadır; İnşa Ediciler Çağında da yeniden tekrar
edilmiştir. (Atlantis'in batışı mı?) Devamla: Nebt Sekhmet Montu,
Ra'nın Gözü olarak bütün biçimlerin en zorlu ve acımasız olanıydı
çünki Tanrısallığı. ve Tanrı' nın İradesini O 'korurdu. Ancak
Hei-Heru olarak, 'neredeyse bütün uygarlık ve halkları yok ettiğinde
en mutlu ve bağışlayıcı olan da O'ydu;işleri Tanrısal İnek Kitabında
anlatılır. Tapındığı Babası Ra'nın fazlaca yaratışlarından kıskançlığa
kapılıp, Mısır'ı terk edişi ve güneyde Nubya'ya gidişiyle ilgili
hüzünlü bir öykü vardır; Mısır'ı terk edip yerleşmek üzere Nubya'ya
giderken, yolu üzerindeki tüm yaratılmışları kail eder. Mısır perişan
düşer, çünki Hei-Heru olmadan yaşam, sevinç ve mutluluktan
yoksundur.
O gidince Ra
dahi kederden yüzünü eğer; kimseler, kudretinin dayanağı olan kızının
gidişi üzerine kalbini teselli edemez. Karanlık ve Kaos etrafına
dolanıp, Düzen ve Sistemlerin varlığını tehdit etmeye başlar. Ra
düşünür durur:"Kim kızımı yuvasına geri döndürecek?" Tüm
tanrılar sessizdirler çünki kızına yaklaşmaktan korkmaktadırlar. Sonuçta
görev, bütün Tanrıların en bilgesi Tahuti'ye verilir; Tahuti, basit
bir maymun kılığına bürünür ve Ra'ntn kızını aramaya başlar. Dikkatle
yaklaşır ve şöyle der:"Söyle, 'Güneş'in kızı, ölmeden önce
konuşabilir miyim?" Bu izni alınca, Tahuti Vahşi Kedi Ana ile Akbaba
Ana' nın öyküsünü anlatır: Bunlar birbirlerine güvenmemekle birlikte
birbirlerine saldırmamak üzere bir anlaşma yaparlar. Bu anlaşma,
birbirlerine zarar vermeme esasına dayanmaktadır. Bir gün bir yavru
akbaba dalından düşer ve vahşf kedinin yavrularından biri tarafından
öldürülür. Dönünce ölmüş bebeğini bulan akbaba vahşt kedinin tüm
yavrularını öldürür; dönüşte vahşi kedi de akbabanın yaptıklarını
görür ve avcıların kampından aldığı kızgın bir kömür parçasını bir
parça etin içine saklayıp akbabanın yuvasına koyar ve bütün yavruları
öldürür. Tüm bunları, Ra'dan istemek yerine bizzat intikama
soyundukları için Ra düzenlemiştir!'
Ra'ya hürmet et,
Ey Kızı, o her şeyi görür ve öç de alır. Onun yüzü
tüm sevinçleri getirir. Sonra Tahuti, kurnazlıkla, Het-Heru'nun
Ra'nı1l evinden bazı otları yemesin'i sağlar; böylece öfkesi eriyip
gider, haleti de değişir. Sonra Tahuti bir hikaye daha anlatır,bir
yandan Mısır'a geri dönmektedirler; bu hikaye Ra'nın tek bir sineğin
ölümünü bile fark ettiği ve hiçbir şeyin Ra'nın adaletinden daha
kuvvetli olmadığı üzerinedir.
Bunun üzerine,
Hei-Heru' nun kalbi büyük bir sevinç ve gururla dolar; demek ki
babası bütün iyilikleri iyilik, bütün kötülükleri de kötülükle
yanıtlamaktadır ve Tahuti' nin de belirttiği gibi, kendisi bütün
konularda babasının intikamcısıdır! Hei-Heru, Tahuti'yle birlikte yavaş
yavaş Mısır'a geri döner ve Tahuti, kız bir ağacın altında uyurken
onu sokmaya çalışan bir yılanı kovar ve hayatını kurtarır. Mısır'a
döndüğünde onuruna büyük bayramlar tertip edilir ve On Kentinde
(Heliopolis), Ra bir kez daha kızıyla bir araya gelir. Perka-Ptah'ta
(Memfis), Sikamor'un evinde..Tahuti'nin gerçek görünümüne
büründüğü ve Het-Heru'nun da onu nihayet tanıdığı bir eğlence
düzenlenir.
Bu hikayede
ahlaki değerler yanında, Aslan varlıkların burayı ziyaretleri, sonra
da gerçek evlerine dönüşlerinden de bahsedildiğini görürsünüz. Dönüş
yolculuğu sırasında Tahuti'ninHet-Heru'ya anlattığı hikaye insanların
kurnazlık ve kolay aldanabilirliklerini ve Ra'nın denetimleri hariç,
bu nedenle, bütün yaşam biçimleri için hasıl olan tehlikeleri
anlatmaktadir. Dosyalarımızda başka Aslan Tanrılar da
bulunmaktadır...
Mektubun son
satırları kişisel olduğu için buraya aktarmıyorum; ancak katip
sözlerini şu şekilde noktalıyor:
"Sizlere
buradaki herkesten Şai-en Renput, mutlu yeni yıllar demek istiyorum!
Ruhlarınız ve kalpleriniz ferah olsun."
Bu mektup birkaç
nedenle beni çok heyecanlandırdı. Birincisi, verilen tarihler, kendi
çalışmalarımın bağımsız sonuçları ve aslangil zekaların arada bir
kulağıma fısıldamayı uygun gördükleri bilgelik ipuçlarıyla
çakışmaktaydı. Ikincisi, hem Lemurya hem de Atlantis felaketleri,
Sekhmet'in yani Sirius'un, yani Aslan Evinin tam da eşiğinde
gerçekleşmiş gibi görünüyorlardı! Her iki felaket de belli ki
evrimsel kuantum sıçramalarıyla bağlantılıydılar; hakiki ilhamlara
muhatap olan birçok kişi de, çok da uzak olmayan bir tarihte yeni bir
felaketle karşı1aşacağımızın idrakine sahiptiler. Paşadların,
Sirius'un Aslan halkının birdenbire psişik sahne alışları da bununla
ilgiliydi. Mitoslar Tot'un, beş epagomenal Neterden daha eski bir
tanrılar kuşağına dahil olduğunu hep belirtiyorlardı; daha önce
bahsettiğimiz efsanelerden ve diğerlerinden neredeyse onu Siriuslu
bir "hominidi insan bedenini kullanan varlık" olarak düşünme
eğilimindeydik. Kendisine atfedilen karısı Seşat da aslında yıldız
tanrıçası ve kadim metinlere göre "zamanı arşınlayan" değil miydi?
(Bir zaman 'yolcusu mu kastediliyor?)
Yukarıdaki Sekhmet
hikayesinden alınan parça, normalde Mısır mitolojisi kitaplarında
rastladıklarımızdan hayli farklıdır. Bu kitaplarda tanrıça nın büyük
miktarda bira içtikten sonra uyuklamaya başladığı ve kıyımın da
böylece sona erdiği yazar (Bkz. "Tanrılar ya da Neterler" adlı
bölüm). Ra'nın kederle yüzünü ôrtmesi benzetmesi de, gün ışığının
engellendiği ve bunun sonucunda Dünya'nın zor günler yaşadığı bir
döneme işaret eder gibidir. Sekhmet'in özel silahı olan Ra'nın Gözü,
parlak ve yanan bir cisim şeklinde betimlenir (küçük bir gezegen ya
'da kuyruklu yıldız mı kastediliyor?).
Yeryüzüne düşmüş
ve hesapsız tahribata sebep olmuştur. Ra'yı Siriusyen sistem
terimleriyle düşünür, Sekhmet'i de kızı olarak ele alırsak, bu,
Mars-Jüpiter enerjilerinin Sirius' a ayrılması şeklindeki astrolojik
tavrı da açıklayabilecektir, Sekhmet savaşçı bir tanrıça ya da
intikamcı bir melek gibi tasvir edilmekteydi; Ra ise genişlemeci, nazik,
babacan bir Jüpiter varlığı olarak betimleniyordu. Ancak mitostan,
bu varlıkların bir diğerinin işbirliği olmadan çalışamadıkları
anlaşılmaktadır; yani burada da bir gizem vardır ve cevabı muhtemelen
Dogon inançlarında bulunabilecektir. Dikkatimi çeken bir başka nokta
da, "Tanrısal İnek Kitabı"na (olasılıkla Hathor) yapılan
göndermedir. İrlanda mitolojisinde de benzer bir isim karşımıza
çıkar:
"Israrcı İnek
Kitabı". Burada İrlanda'nın Tufan öncesi ve Tufan sonrası öyküsü
aktarılır ve arkaik sözlü aktarımlar vasıtasıyla bugüne ulaştığına
kuşku yoktur, İnsan tüm bunların rastlantı olamayacağını hissediyor!
Tüm bunlardan
çıkarabileceğimiz ise, epagomenal Neterlerin önce, Lemurya'nın battığı
ve ardından Atlantis uygarlığının kurulduğu tarihlerde Dünya'ya
geldikleri ve etkilerinin, gezegenin evrimsel gelişimi 'açısından
esas olması gereken Siriusyen kuvvetlerin tayin ettiği kuantum
sıçramasıyla bir ilgisi bulunduğu. Siriusyen Aslan Kudretinin
ürettiği bu "Transmutasyon" belli bir ailenin genlerinde meydana
çıkan bir mutasyonda kristalize olmuş olmalı. (İsis, Osiris ve
akrabaları mı?) Bu nedenle, şu soruyu sorabiliriz: Tot ve sonra da
İsis/Osiris klanı, ilk kez, bugün Mısır olarak bildiğimiz yerde,
orijinal "ailenin" doğrudan halefleri (belki de reenkarnasyonları)
olarak ortaya çıktıklarında; Yengeç çağına kadar uygarlık süresince
taşınacak bu mitosun geçtiği yer aslında Mısır değil de Atlantis
miydi? Sonraki çağda tekrar sahnelenen ya da yinelenen de bu aynı
drama mıydı? Burada, haliyle daha önce sözünü ettiğimiz 'benzetmeye
geri dönmüş oluyoruz; bu benzetmede sonraki bir sanatçı, belki de
yeni bir bez temin edemediği için, eski bir şaheserin üzerine yeni
baştan çalışmıyor muydu? Başka sözcüklerle ifade edersek, o dönemde
bilgi bezi olmadığı için, mitos ya da kutsal drama, kaydedenlerin
imkanları dahilinde olan ne varsa o vasıtalarla sürdürmek durumunda
kalınıyordu.
Bu sebeple,
epagomenal günlerin İsis ailesinin Mısır' a gelişiyle denk düştüğünü
görmek mümkündür; bu, yıl uzunluğuna bu belirli tarihte eklenmiş
olmalarının gerekmediğini, ancak Mu ya da Lemurya'nın battığı ve Mısırlı
dostlarımıza göre beş Neterin ilk geldikleri dönemden kalmış
olabileceklerini göstermektedir. Başka bir açıklama da,
'Mısırlılara, 365
günlük yılı Atlantisli alim/rahiplerin (Tot katiplerinin?) açıklamış
olmalarıdır. Ancak burada kulağa pek gerçek gibi gelmeyen bir nokta
vardır; çünki en erken dönemlerden itibaren, Mısırlı halklar için
Sothis takvimi önem taşıyordu: Sirius doktrini ve dostlarımızın
ifadesiyle burada "Yeşil Deniz insanlarıyla" kuvvetli bir bağlantı
söz ,konusuydu.
Daha önce verilen
"çağlara" gelince; bu çağlar bizim anladığımız şekilde bir Büyük Yılla
çakışmadıkları için, "Köken ve Anormallikler" adlı bölümde
belirtilen Schwaller de Lubicz'in gözlemleri ışığında; insan, modern
astrolojinin zodyak burçlarından çok kadim bir Sirius takvimiyle
ilgili olup olmadıklarını sormadan edemiyor, Örnek olarak Yay
burcuyla karşılanan Inşa Ediciler çağı, Neith ya da Satis'Ie alakah
olabilir; her ikisi de vasıf olarak ok ve yayı paylaşırlar; Temple,
onlann Sirius açısından belirleyici oldukları düşüncesindedir. Çok daha
geniş bir bağlamda ise; bu Mısır "çağlan" kendi güneş sistemimizin
doğuşu ve olasılıkla da evrenin belli bir oluşum aşamasıyla ilgili
hayli kapsamlı bir manzara sunabilmektedirler.
Örnek olarak Nut ya
da Bölünüm Çağı yeryüzü gökyüzü bağlamında olduğu gibi, Şu-Tefnut
Destanı bakımından da yorumlanabilecektir. Schwaller de Lubicz, bu
çağı İkizler olarak ele alır; Mısırlı dostlarımız ise Kova burcunu
önermektedirler. (Sfenks, Aslan-Kova eksenini gösteriyor olabilir
mi?) Kişisel hissiyatım, burada çok geniş zaman dilimlerinin söz konusu
olduğudur; bu zaman dilimleri içinde 2000 yıllık ya da çok daha uzun
çağlar birçok defa tekrar edilmektedirler ve sadece kozmik bir göz
kırpma hükmündedirler; bu nedenle bu çağları. bir "kutsal kitap" gibi
değil de, belli bir araştırmaya uygun referans terimleri olarak ele
almak yerinde olacaktır. Mısırlı dostlarımız, her "öneriden" sonra
bir soru işareti koyacak derecede mütevazı davranacak nezaket
seviyesindedirler. Bence işin doğrusu hakkında bilgi sahibidirler.
Önceki bir kuantum
sıçramasıyla ilgili genetik mutasyonlar bahsine geri dönecek
olursak, şu sorularla karşılaşırız: Bunları gerçekleştirmek üzere
Siriuslu varlıklar bizzat yeryüzüne indiler mi; yoksa sadece
panspermia vasıtasıyla bir çeşit mühendislik hadisesini mi harekete
geçirdiler? Bu konuda kati konuşamayız, en azından bugün için bu
mümkün değil; önerilen Genome projesi ilerlemekle birlikte, bu
muammanın cevabını düşündüğümüzden de erken edinmek mümkün olabilir!
Atlantisli göçmenler belli ki bu kadim bilgiyi ileride başlıca
kolonileri haline gelecek uzak yıllara beraberlerinde
götürmekteydiler.Başta rahip öğretmen Tot, ardınca da beş aristokrat,
asıl ziyaretten bu yana kadim öykünün kuşaktan. kuşağa aktarımını,
psişik ya da diğer bir yolla temin etmekteydiler.
Osiris' in on dört
parçasını daha önce Geb ya da Gaia' nın şakralarıyla ilgili olarak
tespit etmiştik; ancak efsane bir başka ve çok daha pratik bir
seviyede denk düşen bir rezonansa da sahip olabilir. İsterseniz
varsayımsal bir örnek ele alalım ve senaryomuzu Atlantis uygarlığının
son günlerine taşıyalım; Sekhmet'in dönüşünün muhakkak olduğunun
farkına varmış olsunlar. Kehaneti ayrıntısıyla izleyecek olursak, kadim
ülkenin Yüksek Rahibi ve Rahibesi, Sirius geni taşıyanları on dört
gruba ayırdılar. Her bir grup, bir koloniye yada dikkatle seçilmiş
bir kıyıya nakledilmek üzere hazırlandı; bu Sirius mirasının devamı
açısından hayatiyet arz eden bir konuydu. Diyelim ki bu gruplardan
birinin başına bir kaza geldi; tabi kayıp üye bahsi, doğrudan ada
kıtanın kaybı olarak düşünülebilir. Diğer bir öneri de şu şekilde
geliştirilebilir: Eksik fallus, üretkenlik faktörünü simgeler; Homo
sapiens' in spiritüel tekamül gelişiminde sıkışıp kalmış bazı
devam ettirici enerjilerin kaybı temsil edilmektedir. Yapay fallusun
icadı, bu durumda, Sirius enerjilerinin akışının sürmesi için suni veya invitro
i tüpte, ikincil bir dölleme olarak da ele alınabilir.
"Yeşil Deniz Halkı"
göndermesini bilhassa ilginç buluyorum; çünki daha önce gördüğümüz
gibi, Osiris sık sık yeşil olarak gösterilir ve sularla kaplı bir
tahta oturmuş olarak resmedilir (Bkz. s.100'deki resim). Buda bir
rastlantı olamaz, Meselenin gerçeği belki de bu ilah ve efsanelerinin
tamamen simgesel olmalarındadır: bu' da kozmik dramanın farklı bir
katmandaki bir başka gösteriminden başka bir şey olmamaktadır.
Reenkarnasyonla
ilgili imalar Tahuti'nin asıl biçimini alması ve Het-Heru'nun onu
tanıması bahsinde gözlenebilir. Bu bana, gezegenimizin evrimsel
modelinde ne zaman büyük bir değişiklik söz konusu olsa, aynı
kişilerden oluşan bir grubun bir arada enkarne oldukları fikrini
düşündürmektedir. Ancak bu kişilerin birbirlerini derhal tanımaları
gerekmez. Mitos' un daha sonraki Mısır yorumlamasına göre
düşünüldüğünde, mektupta belirtildiği gibi, burada farklı bir zaman
döneminde dini eğilimlerde gerçekleşmiş bir değişiklikle ilgileniyor
olabiliriz: Tapını1an bir ilahın yerini bir başkasına bırakması;
belki de bunun daha eski bir kültün yeniden canlanması şeklinde vuku
bulması söz konusu olabilir. Sonuçta, Memfis, Ptah'ın, yani
Sekhmet'in kocasının mekanıydı ve oğulları Nefertum (NeferTem)
genellikle aslan biçiminde gösterilirdi.
Mısırlı dostumun
mektubunun içeriği, sanki Mısır geleneğinin, Siriusyen sistemi İsis,
Osiris ve Neftis'ten ziyade Sekhmet/Hathor/Ra. veya Amon ya da
Ra/Şu/Tefnut'a tahsis etme fikrini desteklediğini ima ediyor.
Belirttikleri gibi, Sekhmet'in daha yumuşak olan kişiliği olarak
düşündüğümüz Het-Heru, "hepsinin en mutlusu ve bağışlayıcısı" idi ve
ancak dönüştürücü enerjileri aktive olduğunda Ra'nın Gözü haline
gelmişti. Bu hikayeyi kullanınca, Ra veya Amon/Sirius B bağlantısı
bariz hale gelir ve Het-Heru'nun Hathor ile tek ve aynı olduğunu
varsayma ise, Sekhmet'in daha yumuşak olan kişiliğini Dişi-Süpürge
dansı veya Sirius C ile bağlantılandırmaya yardım eder.
Böylece gece
gökyüzünde kolayca gözleyebildiğimiz mavi-beyaz yıldız ile Şu ve Tefnut
(Ikiz Aslan tanrılar) ya da Mısırlıların dediği gibi İsis veOsiris
ilişkilendirilir. "Sirius-İkili Yıldız" adlı bölümde daha önce de
belirttiğim gibi, Siriusyen insanımsıların somatik (bedensel)
tekamüllerinde, cinsiyet farklılıklarının daha az, "dışarıdan" biri
için erkekler ve dişiler arasındaki farkı ayırt etmenin zor olacağı
derecede az vurgulandığı bir safhaya (bugün bu merhale bile aşılmış
olmalı) ulaştıklarına inanılır. Spiritüel incelemeler, eril
psişesindeki daha kaba unsurları ortadan kaldırma eğilimi gösterdiğinden
ve daha dişil, daha zarif, daha az maço görünümlü bir eğilime denk
geldiğinden; bu tanım, onların varlığına inanmayı seçenler için,
Kristal İnsanlara mükemmel şekilde uymaktadır.
Benim görüşüm; tüm
bu kişiliklerin, Siriusyen' sistemin yıldızsal logoi' sinin (rehber
zeka) enerjilerinin bir tezahürü oldukları yolunda; biri aslangil bir
cephe, diğeri de son derece evrimleşmiş hominid bir nüans taşıyor.
Yönetimleri altındaki bir gezegende hangi evrim izlerinin geçerli
olacağı konusunda da bu tabiat nüansları,. belirleyici faktörü
oluşturuyorlar. Ancak bütün bunların da, sadece mantık yürütme
olduğunu ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu, ancak zamanın
gösterebilecegini de belirtmeliyim.
Ben özellikle
Mısır' dan gelen mektubun son paragrafından etkilendim. Burada
"insanların kurnazlık ve kolay aldanabilirliklerinin, çevrelerindeki
bütün yaşam formları için yaratabileceği tehlikeler" söz konusu
ediliyordu. "Ra' nın denetimleri" ve kızı için tanrılara şükürler
olsun; umarım biz Geb ya da Gaia' nın ya da gezegenimize hangi kimliği
veriyorsak, bedenini tahrip yolunda daha ileri gitmeden, onlar yeniden
müdahale ederler.
Ölüler Kitabı genellikle
Ra ve Osiris'ten bir ve aynı varlık olarak söz etmektedir ya da bu
iki varlık, dünya tarihinin farklı dönemlerinde birçok görünüm arz
ettiğine inanılan Hindu Vişnu örneğindeki gibi bir diğerinin
enkarnasyonları olarak düşünülür. Eğer Ra ile Osiris ruh
kardeşiyseler ya da aynı aileden geliyorsalar. o halde tıpkı Tefnut ve
Şu ile Horus gibi, onlarda gök tanrılarıydılar.Ya da reenkanasyon
bağlamında düşünecek olursak, yapılan imalar ' açık hale gelecektir:
Her ilahın ruh parçaları, Bütünün tecrübesini taşımak üzere, fizik
seviyede enkarnasyona girmektedir. Bu, hem Atlantis hem de Mısır
hanedanlarının kurucuları olan İsis ve Osiris için de geçerlidir ve
onların "yüksek benlikleri", süreci Sirrus'taki yerleşimlerinden
izlemektedir.
Ancak hem Atlantis
kuramını denkleyen hem de Mısir ve Dogonların dünya dışı ziyaret
inancını doğrulayan bir başka olası açıklama daha bulunmaktadır.
Atlantis'in batmasına yol açan Dünya'nın eksenindeki kayma öncesinde;
Siriuslu ziyaretçilerin Atlantis anakarasından bazı kişileri
aldıkları (İsis ve ailesi mi?) ve onları, Kaos donemi bitip tufan
durulana kadar, araçlarında koruma altında tuttuklarını farz edelim.
Sonra da onları Mısır topraklarına bırakmış olamazlar mı? Birçok Yeni
çağ inananı da, gezegenimizi bekleyen olaylar esnasında; uzaylıların
"kendilerinden" olanlara benzer bir hizmette bulunacaklarına
inanmaktadırlar! Böyle bir yaklaşım birçoklarının mantığını
zorlayabilecek olmakla birlikte, gerçeğin sık sık kurgudan çok daha
garip olduğunu akılda tutmakta yarar vardır!
'Tanrıların"
yönetimi, İsis'le Os iris' e dek gitmekle birlikte, Mısırlı
dostlarımıza göre Şemsu-Hor çok daha sonraları gelmiş ve kendi kurallar
kitabını oluşturmuştur. Genelde hakiki "tanrıların" doğrudan'
halefleri olarak düşünülmekle birlikte, Atlantisli aristokratlarla
Mısır'ın yerli halklarından meydana getirilen çiftler, burada,
ülkelerinin M.Ö. 5000'lerde Kuzey Denizi'nde battığını öğrendiğimiz
Frisian denizi halkıyla bağlantılı olarak da düşünülebilir.
Atlantisli ataları gibi, onlar da uzun boylu, açık renk saçlı ve mavi
gözlüdürler, Sonuçta, aslında birden fazla istilayla uğraşıyor olamaz
mıyız? Neticede, Profesör Emery, M.Ö. 4. binlerin sonuna doğru gelen
fatih aristokratların, o günkü Mısır gemilerinden tamamen farklı,
yüksek pruvalı garip gemilerle geldiklerinden kesinlikle emindir.
Emery, bu gemilerde bir Mezopotamya etkisi görmekle beraber; bu
konularda hiç de uzman olmamama rağmen ben, tipik ıskandinavya
gemilerini andırdıkları fikrindeyim (Bkz. Resim 14.2).
Resim 14.2- Geb-el-arak,
bıçak kabzası, arkaik dönem.
Çok eski çağların bu
ve diğer birçok bilmecesi, hala çözülmeyi beklemektedir...
Siriusyen Sistemi Tanrıçaları
Murry Hope
Murry Hope
Gerek
Mısır gerekse Dogon tradisyonları Sirius sistemindeki büyük
mavi-beyaz yıldızın enerjilerinin baskın olarak dişil olduğunda ısrar
ederler. Mısırlılar bu yıldızı İsis'le ilintilendirmişlerdir ve
bunun gerekçesiz olduğu da söylenemez. Dijitaria ya da Sirius B ise,
saklı tabiatı nedeniyle bazen İsis'in kız kardeşi olarak, yani Neftis
şeklinde ele alınır; ancak daha önce de anlatılan
nedenlede,Osiris'in "küresi" olarak tanımlanması çok daha yaygındır.
Sirius C ya da Dogonların "Dişi-Süpürge darısına gelince, 1929
yılından beri astronomtarca görünmemiş olup gerçekten gizli olduğu
söylenebilir.
Bu üçüncü yıldızın
dişil tabiatı, Mısır panteonundaki başlıca tanrıçalardan birine ait
olduğunu akla getirir ve akla ilk gelenler Neftis, Hathor ya da
Sekhmet'tir. Hathor'un kadınların koruyucusu olduğunu hatırlamalıyız.
En yakın arkadaşına gelince, tabi bu şekilde betimlenebilirse,
cevval, kuvvetli ve atak Sekhmet'tir, aslan başlıdır ve aynı zaman da
Şu'nun ikiz kız kardeşi Tefnut ya da Ptolemeler döneminde tapınımı
artan müzik, dans ve neşe tanrıçası zarif Bast'la bir olduğu da
söylenir.
Peki, Gizli Olan
Neftis' in' aynı zamanda Uyku Tanrıçasını simgelemesine ne demeli?
Bazen İsis'in arkadaşı ya da karanlık tarafı olarak görülür; ancak
her iki ilaheyle de yıllarca çalıştıktan sonra ikisinin çok farklı
arşetipler olduğu konusunda ikna oldum.
Çift kutuplu,
bağlamda İsis dışa dönüktür; pek çok kadının anlayabileceği sevinç ve
üzüntüleriyle, sevgi dolu bir annedir. Neftis ise esas olarak içe
dönüktür; şuur dışının derin sularım idare eder, Ay'ın karanlık
yüzüdür. Ne İsis, ne de Neftis'in Ay'la bir ilgileri olmadığını
düşünüyorum, en azından böyle doğrudan bir bağlantı yoktur; mantık
Neftis'in çok uygun bir biçimde Sirius C'yi simgeleyebileceğini
söylemektedir.
İncelemeye değer
olan Neftis arşetipiyle ilgili çok daha ilginç gerçekler vardır. Söz
gelimi, aslında bir su tanrıçasıdır; .. Neptün'ün dişi1 cephesidir ve
bu şekilde duyguları yönetir ve insanin haletleriyle yakından
ilgilidir. Geleneksel unsur sınıflamalarına göre, Homo sapiens
bir tür olarak, su unsuru tarafından yönetilir. Peygamber
Ezekiel, vizyonunda bir aslan, bir kartal, bir öküz ve bir insan
görmüştü; bu varlıklar sırasıyla ateş, hava, toprak ve suya karşılık
geliyorlardı; Horus'un dört oğlundan biri de insan başlıydı, Sümer
sanatında aslan, kartal ve öküz vardır; öküzün sırtına bir tavus kuşu
çıkmıştır. Tavus kuşu, geleneksel olarak, insanı da temsil eden gurur
sembolüdür.
Neftis isminin
türevIerinin bôbreklerle ilgili hastalıklarda karşımıza çıkması da
raslantı değildir. Nefrit buna örnek verilebilir. Dadım böbrek
sistemine "su işleri" derdi ve tıbbi astroloji çalışmalarım
sırasında, bir doğum haritasında Neptün'ün konumunun, böbreklerin iyi
çalışıp çalışmaması üzerinde etkileri olduğunu gördüm. Derin şuurdışını
ilgilendiren heyecansal bazı sorunlar da boşaltım-böbrek sistemi
vasıtasıyla bedeni etkilemişe benziyorlar. Bu da, Neftis arşetipiyle
uygun titreşen bazılarımızın, neden kökleri derinde yer alan
travmalara özel bir ilgi göstermeleri ve bunları mümkün olan her
zaman dışarı atmaları gerektiğini kısmen . ortaya koyuyor. Çiğ/kırağı
ve çisilti tanrıçası olan Tefnut'un da su ile ilgili olduğu elbette
söylenebilir. Ancak bu da, sonraki arşetiplerin, aynı tezahür etmiş,
ilke lerin daha önceki versiyonları üzerine yerleştirildiği önermesini
desteklemektedir.
Neftis arşetipinin
temsil ettiği, insan psikolojik yapısının başka bir cephesi de Gölge'
dir. Buna, saklı olan, gizlenmiş olan da diyebiliriz. Her ne kadar
spiritüel güneşin parlak ışınları, Gölge'nin panzehiri
olarak.düşünülse de, güneşin olmadığı yerde gölge de olmayacaktır. Çünki
binaların, insanların, ağaçların, dağların, kısacası yeryüzüne
mahsus her şeyin gölgeler meydana getirdiğini, en parlak ve güneşli
günlerde müşahade ederiz. Bu hem Işık hem de Gölgenin, madde
dediğimiz, atomik/moleküler yapıyla ilgili senaryoların, ya da
yeryüzü tecrübelerinin esaslı bir parçası olduklarına işaret eder.
İlk öğretmenim şöyle derdi: Gayet yüksek bir yerlere çıkacak
olursanız, sadece güzel bahçeleri nehirler ve ağaçlar görmekle
yetinemezsiniz; çünki görüşünüze takılacak çok daha az hoşlukta
cepheler de mevcuttur; bunlardan kaçınamazsınız. Kent üzerinde bir
jet uçağıyla gezinti, harika güzellikte belediye parklarını elbe'tte
içerir; ancak bacalar, sanayi artıkları, gecekondu mahalleleri ve
panoramanın çok daha az sağlıklı bölgeleri de a1tınızda uzanan
kabartılara mecburen dahil olacaktır.
İsis arşetipi,
başlangıçta zannedileceğinden kat be kat teferruatlıdır. Bir bakıma
yumuşak, sevecen İsis, arşetip bir ana olarak düşünülebilir ancak
Bakire Meryem' den farklı olarak aynı zamanda eşsiz bir tanrıçadır;
kurnaz oyunlarla Ra' dan isminin sırrını (kişisel soniği) alışını
hatırlayın. Üçlü Tanrıça bağlarını Sothis, Satis ve Anukis- İsis'in üç
Siriusyen cephesidir.
Neticede bunların
bize Sirius hakkında verdiği ipuçları olduğunu söyleyebilir miyiz?
İsis.Osiris ve Neftis, üç Siriusyen yıldızın güneş deva'larını temsil
eden arşetiplerdi. Sirius B'nin çöküşü üzerine (Osiris'in daha
yüksek ya da çok daha muteber bir frekansa yükselişi olarak ifadesini
bulur) İsis,'gücünü oğulları olan Horus'un suretinde göstermeye
başlar. Bir çoklarımızın inandığı gibi güneş sistemimizin Sirius'tan
tohum aldığı fikri; Sirius sisteminin de çok daha merkezi bir başka
galaksideki bir yıldızdan tohum aldığı şeklinde bir öncüle imkan
tanımaktadır. Yoksa asli yıldız Ra mıydı? İsis, sonik bilgisini
"oradan" mı getirmişti ve Ra gözleri de, Ra' dan Osiris' e ve sonra
da HOIUS' a olmak üzere nesilden nesile aktarılmakta mıydı? Ölüller
Kitabı ve Piramit Metinleri sık sık Ra, Osiris ve Horus'u bir
ve aynı birim olarak ya da bir diğerinin reenkarnasyonları olarak ele
almaktadırlar. Belki de sadece Sirius'tan gelmiş, ya da bizim
yıldızımızın ve uydularının tekamül ve gelişimin' deki yeri konusunda
bilgi sahibi aydınlanmış bir grup varlığı kastediyorlardı:
Tanrısal ikizlere
gelince, bunlar Heru-netç-hra-tef-f ve Heru-khent-an-maati'ydiler;
ya da (diğerlerinin anlattığı üzere)'ilahı İkiz Tanrılarda vücut
bulan ilahı Ruh, Ra'nın Ruhu ve Osiris' in Ruh' u idi; ya da
diğerlerinin anlattığına göre, o, Şu' da vücut bulan ve Tefnut'ta
vücut bulan ruhlardı; bunlar da Tattu' da vücut bulan çift ilahı Ruh
demekte...
Bu bağlamda,
Dijitaria ya da Sirius B'nin enerjileri Horus' a geçmiş gözüyle
bakılabilirdi. Ancak İsis kozmik dramasının son kısmının bugün de
sahnelenmekte olduğunu kabul eğiliminde olduğumuza göre, oyuncular
hala Kaos diktatörlüğüne karşı Doğruluk tacını hakim kılmak
için çarpışa dursunlar, Horus çağı daha başlamadı! İlginç biçimde Set
(Kaos) ile Horus (Düzen) arasındaki müsabakanın hakemi Tot (Zaman)
'mitos ve efsanenin gizlediği sırlar açıldıkça, Siriusyen kehanet de
yeni ve çok daha anlaşılır bir anlam kazanmaya başlıyor.
Ancak
İsis-Osiris-Neftis'in Sirius yıldızlarıyla ilintileri dirilmesinin
alternatifleri de yok değil; Sekhmet/Hathor / Ra bunlardan
birini oluşturuyor, Sekhmet Sirius A'ya karşılık geliyor; Ra, Sirius
B; Hathor ise Mısır Kadınının geleneksel koruyucusudur ve
Dişi-Süpürge dansı'na (Sirius C) karşılık geliyor. Efsanenin değinmediği
bir şey, yaşlı tanrının, kız kardeşinin mani olduğu bir düşman
saldırısı sonrasında yüksek bir plana (farklı ve daha süptil bir
dalga boyu mu?) çekildiğidir, Bugün kabul edilen bilimsel düşünüşe
göre, san bir yıldızın bir beyaz cüceye dönüşümü sırasında, Sirius
B'nin yaşadığı da budur, bakın şunlar oluyor:
1) Esas safha;
yani bizim güneşimizin bulunduğu aşama,
2) Bir "Kırmızı Dev" e dönüşme, açılma,
3) Ufuksal bir dal oluşturacak şekilde büzülme,
4) Kırmızı bir süper deve dönüşme, yayılma ve bu genişlemiş kabuğun gezegensel bir nebulaya dönüşmesi,
5) Bir beyaz cüce olmak üzere büzülme. 4. aşama, yörüngeyi çevreleyen dev bir yılanı; Ra'yı rahatsız eden ve nihayet kız kardeşi Bastya da Sekhmet tarafından bertaraf edilen Abeb'i hatırlatmıyor mu?
2) Bir "Kırmızı Dev" e dönüşme, açılma,
3) Ufuksal bir dal oluşturacak şekilde büzülme,
4) Kırmızı bir süper deve dönüşme, yayılma ve bu genişlemiş kabuğun gezegensel bir nebulaya dönüşmesi,
5) Bir beyaz cüce olmak üzere büzülme. 4. aşama, yörüngeyi çevreleyen dev bir yılanı; Ra'yı rahatsız eden ve nihayet kız kardeşi Bastya da Sekhmet tarafından bertaraf edilen Abeb'i hatırlatmıyor mu?
Birbaşka opsiyon ise
Ra'yı Amon, "saklı olan" şeklinde takdim eder; bu denklemede Ra
Sirius B'yi, çocukları Şu ve Tefnut ise sırasıyla Sirius A ve Sirius
C'yi temsil ederler. Gerçekten de Amon, Amen ya da Amun ismi,
Dogonların kullandığı 'Amma"ya. çok yakındır. Dogonların
Amma'nın oğlu olan Nommo'nun (eğitmen), tıpkı İsis'in oğlu Horus
gibi, dünyanın gelecekteki kurtuluşuyla alakalı olduğuna inanılır.
Esrar derinleşiyor mu, ne dersiniz? Hayır, bu fikirde değilim. Çünki
sonraki Atlantis sonrası nesillerin, tıpatıp aynı olan arşetiplere
farklı terminolojiler verdiklerini düşünüyorum.
Eski Mısır
metinlerinde Khei-Khei ya da "Çift Ateş" olarak geçen bir
kavram vardır;İsis ve Neftis'le temsil edilmek üzere, sırasıyla
"Katılaşma Ateşi" ve "Dağıtma Ateşi" olarak anılır. Dağıtma ateşinin
ne kadar etkin olduğunu bizzat teyit edebilirim çünki şiddet
uygulamaya niyetli bir kalabalığı dağıtmamı sağladı. Sonuçta, eski
Mısır'ın verdiği bu ders; her ne kadar, geride kalan hayatların
enerjilerinin dağılıp (Neftis), yeniden doğuş sürecinde katılaştığı
(İsis) Altdünya ya da Seşet boyunca bir yolculuk olarak
düşünülse dahi, içinde sakladığı apaçık çağrışımlar başlı başına
okült bir esrar niteliğindedir! Eski Siriusyen geleneğin rahipleri
için,ezoterik sırlarını gizlemeleri hususunda "akıllı" kelimesi dahi
az kalıyor; bu metinler o şekilde tanzim edilmişler ki, bazı
bilgiler, ancak hazır olanlar tarafından okunduğunda, çok daha
yüksek frekanslardan değerlendirilip anlaşılabiliyorlar. Birçok
kişinin korku ya da arzu tabiatı vasıtasıyla harekete geçtiğini
biliyorlardı; aydınlanmamış olanlar bu ifadeleri hep bu bağlamda
yorumluyorlardı; bu hep bu şekilde gelişe geIdi. İsis ve Neftis
esrarları için de ya hayat sonrası yahut ölüm akla geldi; ya da çok daha
dünyevi arzu tabiatı yönünde yorumlar yapıldı. Böylece beşeri
psikolojik şartlarla ilgili bilgiler bir yana atılmamış oldu; bedenin
sunabileceklerinin, dünya kazanımlarının ve mezarın ötesinde neler
olduğu korkusunun ötesine bakmasını bilen gerçek inisiyeler, sadece
onlar, asıl bilgiye ulaşabileceklerdi.
Neftis Gölgesi ya
da dağıtma fenomeni; alt benlik ya da kaotik benlikle
karıştırılmamalıdır, onu Set temsil eder. "İçimizdeki Set"le
meşguliyet başlı başına bir konudur ve ilerki bir bölümde
tartışılacaktır. Abis' e ya da ölüler diyarı bölgelerine gelince, her
çeşit metafizik çalışma tarzı için bu esastır çünki evren sadece
tatlılık ve ışıktan ibaret değildir ve er ya da geç, kendi
enerjileriyle hiç de uyumlu olmayan enerjilerle karşılaşmak durumunda
kalır. Bu durumda ya fikir alışverişine girilir ya da adil ve
merhametli bir çizgide tavır takınılır.
Mısır /Siriusyen
ilahlarıyla diyaloğa girmek, dolayısıyla temsil ettikleri arşetipleri
(Ben'in cephelerini) tanımak, Siriusyen konsantrasyon uygulamasının
esaslı bir kısmıdır. Hangi ilahın hangi cepheleriyle temas edileceği,
inisiye adayının şahsiyetine hakim arşetiple doğal olarak yakından
ilgilidir. Her iki Cinsten daha ziyade anaç varlıklar, anaç İsis
enerjilerini cezbetme eğilimindedirler. Diğerleri için kraliçe
tarafı, sosyal şuurluIuğu ya da majik güçleri öne çıkar. Aynı 'şey
Neftis ile ilgili olarak da geçerlidir, ancak "Saklı olan" cephesine,
ifşa eden kimliğine hitaben yönelecek olanlar, istedikleri bilginin
kavrayabileceklerinden fazla olmamasına dikkat etmelidirler;
Siriusyen konsantrasyon uygulaması sigortalarınızı kolayca
attırabilecek bir çalışmadır! İfşa edene yönelik çalışmaları sonucu
ektiklerini biçen tanıdığım kişilerle ilgili saçlarınızı diken diken
edecek bazı hikayeler anlatabilirim. Sol beyinleri şoku rasyonalize
edecek şekilde programlanmamıştı. Ya da Gurdjieffin ifadesiyle
"tamponları, etkiyi karşılamak için yeterince yağlanmamıştı!" .
Bu bölümde sadece
İsis ve Neftis ile ilgilendim; Osiris, Horus ve Set' ten daha sonra
söz edeceğim. Sorulması gereken bir soru kaldı: üçüncü ya da Neftis
yıldız, Sirius C ya da Dişi-Süpürgedarısı etrafında yörüngede
olduğu söylenen gezegenle ilgili neler söyleyebiliriz? İlk akla gelen
Anubis oluyor. Anubis, Neftis'in Osiris'ten olan oğlu ve bu bağlamda
mantıklı düşüyor. Ben bu gezegende oturan varlıkların köpek bedeni
kullandıkları fikrinde değilim; bu varIıkların hominid olduklarını
düşünme eğilimindeyim (bu uygarlık artık var olmayabilir, elbette);
ayrıca çok da güzel olmalılar. Çünki gezegene "kadınlar gezegeni".
denilmiş; görünüşle İlgili kabasabalıklar da türümüzün erkek
üyelerine mahsus olduğuna göre! Bir de Osiris güneşi olan Sirius
B'nin, bir zamanlar aslan bedeni kullanan varlıkların yaşadığı bir
gezegeni olduğunu düşünüyorum. Osiris'in hayvanı hep aslan olmuştur. Hermes
Trimegietus'lesı Osiris'i betimleyen bir alıntı yapacak olursak:
Ona (Horus'a,
oğluna) Görünmez' den çıkıp geldi; onun vasıtasıyla vazife yaptı ve
onu (Set' e karşı) mücadele için eğitti. Sonra ona şu imtihan
sualini yöneltti:" Sence en güzel amel nedir?" Cevap şu
şekildeydi:"Babam ve anam dara düştüğünde, onlara yardım
etmektir. "Sonra bir soru daha sordu:" Savaşa gidenler için
en faydalı hayvan sence hangisidir?"
Horus, "At" cevabını verince de pek şaşırdı; "Aslan" değil de 1/ At" demesi, onu hayli hayrete düşünmüştü.
Horus' un şu şekilde cevabını tamamladığı nakledilir: 1/ Aslan" yardım istemek için fevkalade önemlidir, fakat At" kaçan düşmanı dağıtır ve onu toz duman eder, tüketir.
Horus, "At" cevabını verince de pek şaşırdı; "Aslan" değil de 1/ At" demesi, onu hayli hayrete düşünmüştü.
Horus' un şu şekilde cevabını tamamladığı nakledilir: 1/ Aslan" yardım istemek için fevkalade önemlidir, fakat At" kaçan düşmanı dağıtır ve onu toz duman eder, tüketir.
Ölüler Kitabı ve
diğer kadim metinlerde, attan pek bahsedilmemekle birlikte, ezoterik
kaynaklar atı, Horus'un kutsal hayvanı şeklinde tanıma
eğilimindedirler. ileride Keltler tarafından da yüceltilecek beyaz
at, özellikle önemlidir. Ölüler Kitabı'nda Osiris'le
bağlantılı olmak üzere, "Aslan-tarın"ya birçok gönderme vardır;
doğrusu, hepsini sayamayacağımız denli çoktular. Ben özellikle
xxvIII. Bölümdeki kıtayı sevdim; kalbin korunumuyla ilgili olup,
ağağıda Resim 9.1 de yer alan süslemeyle birlikte
verilmiştir.
Kükre, ey sen,
Aslan-tanrı! Ben ki Çalı Çiçeğiyim (Unb). Tanrısal
kalıplardan nefret ederim. İzin verme, kalbimi (hati) benden
çıkarmasınlar. . . Kükre, sen ki Osiris'in sargılarını
nefesinle açtın; sen ki Set' i görmüşsün.!
Resim 9.1
Epagomenal
Naterlerleilgili önemli gizemlerden biri de İsis'in hamile kalmasıdır;
çünki bütün Osiris draması bu olayın etrafında döner. Eğer İsis'in
hakikaten Osiris'ten ruhu bedenini terk edip yüksek bir plana
çıktıktan sonra hamile kaldığına inanırsak, bu, tanrıçayı,
mucizevi bir biçimde hamile kalan diğer annelerle aynı kategoriye
koyacaktır. Bu anneler, sonra, dünyayı 'kurtaran birer çocuk
doğururlar. Tahta fallus bahsinin, sonradan, bir kadının eril öğenin
yardımı olmadan çocuk doğurabileceğine aklı ermeyenlerce eklendiği
düşüncesindeyim,' Tot'un hekausu ve Isis'in kullandığı
pratik yöntemler ise metafizik bakımdan çok daha anlamlılar. Ve
burada zamanla ilgili göndermeler de olduğuna göre, tek bir olaydan
ziyade bir hanedanla ilgili aktarımlar da pekala söz konusu olabilir.
Aslında, Osiris-Neftis bölümünün kolaylıkla prensipler şeklinde.
tercüme edilebileceğini görmüştük. Neden aynı şeyi İsis ve Osiris
konusunda yapmak mümkün olmasın?
Beş epagomenaI
Neterin doğuş sıraları da bir muamma sergiler. Budge, Nut'un
(gökyüzü) çocuklarının aynı yerde ya da aynı gün doğmadıklarını
nakleder. Birinci gün Osiris'in doğumu gerçekleşir; ikinci gün Horus
doğar; üçüncü gün Set'e aittir; dördüncü gün Isis'in, beşinci gün de
Neftis'in doğum günleridir: Artık günlerin birinci, üçüncü ve beşinci
günleri talihsiz kabul edilir. İkinci gün, ne iyi ne de kötü
şeklinde tanımlanmıştır; dördüncü gün ise u gök ve yerin
güzel bayramı" dır". Böylece Osiris, Set ve Neftis'in günleri ve
dolayısıyla bu ilahlar da talihsiz çağrışımlar taşırlar. Horus pek
tanınmaz ve bu nedenle hakkında pek fikir de yürütülmez, İsis ise
herkes tarafından çok sevilir. Bu ilahların birer bireyden çok, birer
çağı temsil ettikleri kozmolojik bir dramayla karşı karşıya olamaz
mıyız? (Bu durumda İsis, Başak Zodyak çağına karşılık gelir.)
Horus da bizim güneş
sistemimiz ile Sirius Güneşi arasındaki doğrudan bağlantıyı ifade
ediyor olabilir; bu durumda doğumuyla ilgili çelişkili mitoslar da
aydınlığa kavuşur1ar: (a)Horus, Osiris'inkini izleyen ikinci artık
günde dünyaya gelir ve (b) İsis'in "göklerden" ya da başka bir
yerlerden hamile kalması sonucu doğan oğludur. Dünyamız, tohumu
Osiris'ten (Sirius B) gelmek üzere İsis'in oğlu, Horus'u temsil
ediyor olamaz mı? Eğer durum buysa, Set (Kaos) de Horus'un (Düzen)
imtihan alanı olacaktır. İsis'in oğlu babasının tahtına yükselmeden,
yani bir güneş sisteminin mesuliyetini üstlenmeden önce, bu mücadeleyi
vermek zorundadır. Mitoslar, Horus'un bir dönem yaşayacağından bile
kuşku duyulan hastalıklı birçocuk olduğunu yazarlar. Dünyamız/Horus
benzetmesi bağlamında, belki de bir tür olarak Homo sapiens, yaşayıp
yaşamayacağı hala şüpheli olan bu hastalıklı bebeği simgelemektedir.
İsis;Büyük Ana ya da
Kreatriks rolünü üstlenir ve kocas ı Osiris' den (çökmesi öncesinde
Sirius B) tohum alır. Bunun metafizik bir anlamı olması gerekir ve
doğal olarak Sirius sistemindeki bütün enkarne varlıkları,
yeryüzündeki "akrabalarına" bağlar. Efsane, Horus ve Set nihayet
savaşa tutuştuklarında, Horus'un Kozmik Yasayla sınırlı silahları
kullanmakla yetindiğini ancak Set'in Işık Tanrısı'nı yıkmak için her
çeşit hileye başvurduğunu yazar. Bu durum yeryüzundeki insanlar için
de aynıdır: İnce, düşünceli ve muteber kişiler (Horus halkı) sadece
meşru bir nedenle ya da evlerini, vatanlarını savunmak için
savaşırlar; Set' e bağlı olanlarsa kötü amaçlarına ulaşmak için
hiçbir yolu kullanmaktan çekinmezler.
Geçtiğimiz
tarihlerde, Durham Üniversitesinden Profesör Richard Ellis ve
meslektaşları, konumuzla ilgili olabilecek, kainatın oluşumuyla
ilgili bazı bilgiler yayınladılar. Ellis, farklı kaynaklardan yayınlanan
ışıkları eşzamanlı olarak ölçebilen bir fibro-optik tarayıcı
geliştirmişti. Niyeti bu aygıt yardımıyla üç boyutlu bir galaksi
haritası meydana getirmekti. İlk denemelerin sonucu gerçek bir şok
yarattı. Daha önceki çalışmalar galaksilerin salkımlar halinde
olduklarını gösteriyordu. Bu nedenle ışık dağılımının da yumuşak
olması ya da kesin bir matematik modele uyması beklenmemekteydi. Yeni
aygıt, bu salkımların: her biri yaklaşık 400' er milyon ışık yılı
tutan düzenli aralıklar sergilediklerini ve dar bir evren konisi
boyunca muntazam bir biçimde dağılmış olduklarını
gösterince,araştırmacılar büyük bir şaşkınlık yaşadılar. Bu sonuçlar şu
anlama geliyordu: Evren pekala düzenli olarak birbirini tekrar eden
galaktik hücrelerden oluşan dev bir bal peteği olabilirdi!
Bugün elimizde
bulunan ve kabul gören hiçbir teori, bu şekilde periyodik olarak
kendini tekrarlayan bir model ön görmemektedir. Bu durum "dev bir
beyin" fikrini yeniden hatırlatır; yani tüm yaşam etkinliklerinin
yaradılışı raslantısal bir iş değildir; her şeyin ötesinde ve ardında
gerçekten de bir "süper zihin" vardır! Bütün bu bilgiler ışığında
Sirius kavramı ve galaksinin bizimle aynı bölgesinde yer alan
yıldızların, yerli enerjiler ya da Özlerin yaşam siklusları ve
tekamülü üzerinde net bir etkisinin olduğu fikri kolayca kabul
edilebilmektedir.
Şimdi baş döndürücü
galaktik zirveleri bir süre için bir yana bırakıp, yeniden kendi
dünyamıza dönelim. Yüzyıllar içinde İsİs' e birçok mistik tören ve
gizem atfedilmiştir. Bunlardan en iyi bilinenlerinden biri, Peçeyle
ilgili olandır. Peçenin ardında ne olduğu konusunda dev bir gizlilik
sergilendiği için, biz de İsis gizemleri konusuna girdiğimizden. bu
kıymetli sırların Sirius çağrışımları taşıyıp taşımadığına bakmak doğru
olmaz mı? Neden olmasın?
İlk şaşkınlığımız,
aslında böyle bir Peçenin olmadığını anladığımızda ortaya çıkar; bu
sadece ruh yaşlarına ya .da inisiyatik olarak bulundukları noktaya
göre farklılıklar' gösteren kişiler tarafından uydurulmuş bir şeydir.
Tüm diğer Mısır gizemleri için doğru olan şey, İsis'in Peçesi için
de geçerlidir; Peçenin ardında yatan gerçekler pek çok farklı
seviyede algılanabilir. Aslında bugün bilinenlerin de ötesinde
anlamlar olması muhtemeldir. Bende çağrıştırdığı ilk şey, en son genetik
araştırmaların, dişil XX kromozomunun eri! XY kromozomundan çok daha
büyük sıklıkta görüldüğü gerçeğidir. XY'nin kendini ifade imkanı çok
daha sınırlıdır. Bu sıklık oranlarının hangi özel dişil yeteneklere
karşılık geldiğini açıklayan bilimsel bir makaleye bugüne dek
rastlamış değilim. Ancak adaptasyon kabiliyeti ve dişilere has sezgi
olarak bilinen özelliklerin, bu çerçevede ele alınması gerektiğini
düşünüyorum. Elbette yanılmam da mümkündür.
Ezoterik olarak bu
konular Kreatriks moduna, yani İsis' e karşılık gelir. Eğer bizim
güneş sistemimizin Kreatriksi (Dişil Yaratıcı) aslında Sirius yıldızı
vasfıyla İsis ise, bu durumda bizim güneşimizin de dişil ağırlık
taşıması gerekecektir. Ben bundan hep kuşkulanmışımdır. Eski Mısır'da
Ay' a hep eril bir kişilik atfedilir; hem Ra hem de Horus, güneşle
ilgili olarak ele alınırlar. Osiris ise tıpkı Tot ya da Khonsu gibi
kesinlikle Ay ile bağlantılıdır. Dünyanın' diğer birçok panteon
geleneğindeki anlayışlara karşıt olarak, Mısırlılar, gezegenimizi
Geb'in eril. biçimi olarak ele alırlar. Belki de onlar bizim
bilmediğimiz bazı bilgilere sahiptiler mi dersiniz?
Lütfen, bu
konuları cinsler arasında daha yakın bağlantılar kurmak ya da cinsel
ayırımcılık amacıyla ortaya attığım sanılmasın, genelde "Kadınlar
Gizemleri" olarak bilinen bu konulara girmemin nedeni bu değil. Halk
törenlerinde, cinsler arasında bir eşitlik ya da anima-animus dengesi
bulunduğu durumlarda, bir Siriusyen karakter gözlemek mümkündür. İsis
Işınını anlamanın bir kısmı da onun ezoterik yönlerini anlamaktan
geçiyor. Bu ezoterik cephe, arşetip anaç rolden bir hayli farklıdır.
Aslında Siriusyen yeteneğin günümüzde sadece kadınlar
tarafından taşınan çok özel bir genetik kodlamayla aktarılıyor
olması bile muhtemeldir.Başka bir deyişle, Siriusyen Gen -eğer böyle
bir şey varsa- anne tarafından aktarılıyor olabilir, demek istiyorum.
İsis'in Peçesi
konusunda çok daha açık seçik bazı yorumlar da vardır. Bu yorumlar;
kaba düzlemlerden çok daha süptil ya da ince alanlara doğru devam
edip gidiyorlar. Bazı gerçekler sadece İsis gizemlerine inisiye
olanlara veriliyor. Romalı filozof ve hiciv yazan Apuleius'un
Metamorfozlar adlı kitabında bunlara bir örnek veriliyor.
Apuleius, yaklaşık olarak M.S.12S-180 yıllan arasında yaşamıştır.
Kitabındaki bir hikayede, Lucius, İsis'e "anlamsız örtüsünden"
kendisini kurtarması için yalvarır. (Burada, alt benlik ya da arzu
karakterli bir şeyin söz konusu olması mümkün müdür?) Hikaye birçok
otorite tarafından otobiyografik olarak düşünülmüştür, İsis'in Peçesi
farklı kişilere farklı şeyler ifade edebilmektedir. Bu durum, en çok
kişisel düzeyde karşımıza çıkar. İfadeleri sadece mistik anlamda
yorumlamak yanlış olur. Ben de Atlantis ya da Mısır /Siriusyen
simgelerin en derin ezoterik ya da soyut anlamlardan en pratik
olanlara kadar, eksiksiz bir anlam genişliği sergilediğini çabuk
anladım. Sirius'la ilgili olarak, İsis'in Peçesi çok daha kozmolojik
bir anlam taşır ve dişil prensibin Kreatriks cephesiyle ilgili
gibidir. Bu anlam hem Sirius sistemi hem de bizim güneş sistemimiz
için geçerli olabilecektir.
İsis tapınımı,
Mısır'ın dünya düzenindeki önemli yerini kaybetmesinden çok sonra da
devam etti. Isis in the Graeco-Roman World (Greko-Romen
Dünyada İsis) adlı kitabın yazan olan Dr.R.E.Witt, 1380 no'lu
Oxyrhy'nchus papirüsünden Oxyrhynchus duasını alıntılar. Bu, Isis'i
şanlandıran bir çeşit Mısır şükran ilahisidir: Hristiyanlıktaki Te
Deum'a benzer. İsis'in Memfis bölgesiyle olan ilgisi
vurgulanır. Witt, bu duayı, 18. Hanedan firavunu Akhenaton' a
(Amenofis IV) atfedilen Güneşe
İlahi (Hymn to
the Sun) ile karşılaştırır ve şu yorumu yapar:
İsis kendini güneş diskiyle eşkoşmaz. Ancak, güneşin güzergahını bizzat tespit ettiğini ve bu yolda ona refakat ettiğini söyler. O, güneş ışınlarında mevcuttur. Aton'un, her biri kendi dilini konuşmak üzere, insanları farklı gruplara ayırması gibi, İsis de Grek ve Grek olmayan lehçeleri ayırmıştır. Aten'in ışınları, Büyük Okyanus'un ortasındadır: O parladığı zaman, gemiler akış boyunca ve akışın aksi istikametindeki seyir yollarını açık bulurlar. Böylece İsis, gemiciiiğe, nehirlere, rüzgarlara've denize hükmeder?
İsis kendini güneş diskiyle eşkoşmaz. Ancak, güneşin güzergahını bizzat tespit ettiğini ve bu yolda ona refakat ettiğini söyler. O, güneş ışınlarında mevcuttur. Aton'un, her biri kendi dilini konuşmak üzere, insanları farklı gruplara ayırması gibi, İsis de Grek ve Grek olmayan lehçeleri ayırmıştır. Aten'in ışınları, Büyük Okyanus'un ortasındadır: O parladığı zaman, gemiler akış boyunca ve akışın aksi istikametindeki seyir yollarını açık bulurlar. Böylece İsis, gemiciiiğe, nehirlere, rüzgarlara've denize hükmeder?
Witt, İsİs' in güneş
ve yıldızlarla ilgili bağlantıları konusunda başkaca kanıtlar da
sunar. Bu kanıtlar, tanrıçaya atfedilen Ay tabiatıyla uyumlu
değildir. Lucius'tan alıntılar yapar. Lucius'un, büyük ihtimalle,
İsis biçiminde dişil prensibin tapınımını seçmiş kişilerin onayladığı
şeyler yazmış olduğunu söyler: .
Sen, insan
ırkının kutsal ve ebedi kurtarıcısısın ... Yukarıdaki kuvvetlerin
tapındığı ve aşağıdaki kuvvetlerin saydığı sen, yeri yörüngesine
yerleştirmiş olansın; güneşin ışığının kaynağı ve Evrenin yöneticisisin.
Yıldızlar sana boyun eğer; mevsimler seninle geri döner; Sen
tanrıların neşesi, unsurların hanım efendiisin. Rüzgarlar senin
buyruğunla eser; yağmurlar rızk taşır, tohumlar kök salar ve çiçek
açan bitkilere dönüşür.
Bu ifadeler, Nil
Deltasının hanedanlar öncesi kabileleri arasında ortaya çıktığı kabul
edilen anaç bir ilahenin soluk gölgesinden çok, bir Siriusyen
tanrıçaya yakışırlar! İsis'i Ay'la ilgili olarak düşünmek, çok büyük
bir okült hata olmaktadır. Gözlerimizi dikkatle açacak olursak,
İsis'in dört erkek kardeşinden çok daha geniş ve kapsamlı kozmik bir
bağlantıya sahip olduğunu görürüz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder